AK Parti’nin “ölçü” ile imtihanı
Seçim yaklaştıkça daha da belirginleşti… Evet, 12 Haziranda yapılacak genel seçimleri Ak Parti kazanacak. Bundan kimsenin şüphesi yok artık (Aslında bu ayrı bir yazı konusudur ama şu kadarını söyleyeyim, beklenildiği kadar kolay ve söylenildiği kadar yüksek bir oy oranıyla olmayacak gibi geliyor bana! Zira özellikle bazı illerde gösterilen adayların sosyolojik tabanla çok da alakası yok. Hangi saiklerle böyle tercihler yapıldı bilemiyoruz ama bildiğim bir şey var: Galiba Sayın Başbakanın bu seçim kampanyasında, öncekilere göre çok daha fazla çalışması gerekecek!.. Eminim öyle de yapacaktır lakin kalan şu iki ay içerisinde ömründen de en az iki yıl daha (yaşlanma anlamında) yiyecektir. Ne diyelim; tercih kendi tercihi, strateji de kendi stratejisi. Allah kolaylık versin.)
…Doğru; demokrasidir, serbest seçimlerdir, halk ne derse o olur (aslında burası biraz şüpheli ya, her neyse!), kimi isterse onu seçer vs. Evet de mesele tam bu noktada başlıyor işte. İster seçim sistemindeki yanlışlardan, ister siyasi partiler kanunundaki eksiklerden, ister milletin yanlış tercihinden (!) olsun genel tabloya şöyle bir bakıldığında görünen fotoğraf, demokrasinin gelişmişliği açısından hiç de ferahlatıcı değil.
TBMM çatısı altında yeterli muhalefet yok ve yakın gelecekte de olacak gibi görünmüyor. Dışarıdaki muhalefetin (STK lar, medya, aydınlar vs.) durumu parlak değil. Yargı’da (özellikle yüksek yargı’da) yapılan değişiklikler ve çıkarılan kanunlar o cenahın da direncini (aslında siyasallaşmış ideolojik yapılanmayı) törpülemiş bulunuyor. Bu arada, Asker’in siyaset üzerindeki vesayeti (hizaya getiren gücü!) ise (şükür ki) büyük ölçüde kırılmış. Bütün partilerde (eskisinden daha da güçlü bir şekilde) lider sultası hâkim. Milletvekillerinin neredeyse (gerektiğinde zülfü yâre de dokunabilen, adam gibi) söz söyleme hakkı yok.
Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan milletin temsil edildiği Yasama organının Yürütme, onun da Başbakan’ın emrine girmiş olduğu gibi bir görüntü veriyor devlet organizasyonunun çatısı.
Evet, kimse kızmasın ama toplumun genelinde (Bir kısım Ak Parti’liler de dahil) algılanan “memleket manzarası” bu. Bundan korkan “Nereye gidiyoruz?” “İdollükten diktatoryaya mı?” diye soran insanların sayısı hiç de az değil. Öyle bir korku var ve bu laikten liberaline, Alevi’sinden Sünni’sine, CHP’lisinden AK Parti’lisine giderek yayılıyor.
Ülke idaresinin bütün yükü en yukarıdaki noktada toplanıyor ve bir kişinin omuzlarına biniyor; tabii yükle beraber bütün yetki de. Ve doğal olarak bu kadar yük ve yetkinin kontrolü zorlaşıyor; kontrolsüz bir güç söz konusu oluyor. Kanımca asıl korkutan, gerçekte korkulması gereken de bu.
Bir kere üst kontrol yok (zaten demokrasilerde böyle bir şey söz konusu değildir.) Yan kontrol, yani birbiriyle etkileşen eşit güçler (kuvvetler ayrılığı) ise yukarıda zikrettiğim gibi kayıplarda. Alt kontrole gelince… Burada söz konusu olan demokrasilerin vazgeçilmezi “seçimler”dir ki o, kelimenin tam anlamıyla “malûl” durumda.. Bunu bir cümle ile ifade edecek olursak, liderlerin hiçbir somut ölçüye dayanmadan seçtiklerini millet olarak onaylıyor ve bununla da “demokrasinin gereğini, olmazsa olmazını yerine getirdik” diyoruz!.. Sonuçta tabii olarak ne gerçek bir “millet iktidarı” ne de “meclis muhalefeti” oluyor.
Oysa çok bilinen şeylerdir ki “her şey zıddı ile kaimdir”, “muhalefetsiz demokrasi olmaz” ve “kontrolsüz güç güç değildir”. Böyle bir kontrolsüzlük aklı devre dışı bırakır, insanı sarhoş eder. İktidar sahibine ölçüsüz cesaret verir, had aşılır. İtidal kaybolur, ifrat-tefrit başlar. Kararlar makul ve mantıklı olmaktan çıkar. Muktedirlik duygusu benliği sarar, büyüklük vehmine kapılır insan; ayakları yerden kesilir, dayanılmaz tutkular, beklenmedik arzular gelişir. Hak ve hakikatten uzaklaşılır, adalet duygusu zayıflar. Kutsal bir varlıkmış hissine kapılır insan; kendi aklını beğenir, görüşlerinin mutlak doğru olduğuna inanır, narsizm gelişir. Hoşgörüyü kaybeder, istişareye önem vermez, ortak aklı reddeder. Olimpos Dağında Tanrı Zeus’un oğlu (!) misali; her durumun, her kurumun, her değerin hatta her insanın sahibi zanneder kendini!
İktidarına halel geldiğini düşündüğünde ise bu halet-i ruhiyyeden olumsuzluklar doğmaya başlar. Önce keskin bir buyurganlık kendini gösterir sonra insanları konuşturmayacak, değişik düşünceleri yasaklayacak, farklı insanları dışlayacak, parti içi ve dışı muhalefeti yok edecek uygulamalara geçilir. Katı bir hükümranlık dönemidir bu ki sakatlandığı düşüncesine kapıldığı durumlarda şiddete başvurulur. Güç kaynağını liyakat ve maharetten almak yerine zorbalığa ve tahakküme yönelinir. Bu arada kapıkulları, dalkavuklar aranır ve onlara etkin görevler verilir... Bu süreç hızla diktatoryaya doğru gider.
Kontrolsüz güçte, tek kelime ile her türlü “ölçü” kaçar. “Dikkatli, adil, hassas ve düşünceli olma, duygu, düşünce ve davranışlarda dengeli ve kontrollü olarak yaşama hali” diye tarif edilen “ölçülü olmak” durumu bozulur. Nerede nasıl davranılacağı, hangi durumlarda nelerin ne ölçüde konuşulacağını bilme durumu ortadan kalkar. Davranış biçimleri değişir. Ölçülü iken, sahip olunan gücün “efendisi” olan insan ölçü kaybedildiğinde onun “kölesi” olma durumuna düşer.
Demokrat Partinin (yeni) Genel Başkanı N.K.Zeybek "Milletvekillerinin, cumhurbaşkanının, genel müdürlerin kim olacağına karar veren bir başbakan” deyip ölçünün kaçırıldığını söylüyor ama sözlerini “başkan olduktan sonra da halifelik” isteyecek diye sürdürerek “Yezit” benzetmesi yapıyor ki, konuşurken gerçekte ölçünün bizatihi kendi tarafından nasıl kolayca kaçırıldığına güzel bir örnek veriyor. Ölçüsüz, ölçüsüz olduğu kadar yakışıksız bir söylem Yoksa bu sözlerde hiç haklılık payı yok değil; sadece ölçü (fena halde) kaçırılmış ve sonuçta hiçbir fayda da elde edilememiş. Sokrates diyor ki: “Bir şeyi söylerken en az üç filtreden geçirmek lazım gelir: gerçeklik, iyilik ve işe yararlılık. Bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse, işe yarar değilse bana bunun niye söylüyorsun ki?”
Aslında bu ölçüsüzlük, güçten etkilenenler için olduğu kadar gücü elinde bulunduranlar için de iyi değil. Zira Hadis-i Şerif de buyuruluyor ki “Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular.” Dünya’ya mal olmuş anonim bir diğer güzel sözde ise “Tarih ihtiyatsızlar için merhametsizdir” deniliyor. Ve unutmayalım: “Dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek.” (Lem’alar s:208).
Ak Parti’nin bu dönemdeki en büyük sınavı kanımca “ölçülü olmayı başarabilmek” olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.