Umut kesme
Dertlerimizin dermanı Kur’an-ı Kerîm’in ilaç gibi bir ayeti de şudur:
“Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resûlüm! de ki: “Allah bana yeter. Ondan başka tanrı yoktur. Ben yalnız Ona dayanırım. Çünkü O, büyük Arşın, muazzam hükümranlığın sahibidir.” (Tevbe suresi son ayet)
“Besairu’l Kur’an”a baktım bu ayetlerin tefsiri için, bakın ne diyor: “Ey peygamberim, eğer senden, senin getirdiğin mesajdan, senin örneklediğin müslümanlıktan yüz çevirirlerse sen de ki: Allah bana yeter. Ben bana düşeni yaptım. Ben size Rabbimin sözcülüğünü yaptım. Ben size Rabbimin âyetlerini duyurdum. Ben sizi Rabbinize kulluğa çağırdım. Ben sizin gözlerinizin önünde Rabbinizin sizden istediği kulluğu örnekledim, gösterdim size. Artık bundan sonrası size aittir. İnanmazsanız bana Allah yeter. İster kabul edin ister etmeyin, ister iman edin ister etmeyin, ister benimle birlikte savaşa çıkın ister çıkmayın. Allah için çıkacağım bir savaşta ister mal harcayın, ister harcamayıp cimrilik yapın. Benim hiç kimseye, hiç bir şeye ihtiyacım yoktur. Bana Allah yeter, de. Her zaman ve zeminde, her konuda Rabb’ım bana yeter, de.”
Başım iki elim arasındayken gözümde, unuttuğum bir hatıra canlandı. Sanki bir tül perde yavaşca kalkıyor ve odadaki şahısların siması belirginleşiyordu. Sene seksendörtlü yıllar ve yer Samsun. Milli Eğitimin açtığı bir hizmet içi seminer münasebetiyle gelmişiz buraya. Bu şehrin ilim ve irfan ehlini sormuşuz boş zamanlarımızı değerlendirmek için. Bizi bir yere götürdüler. Büyük bir salondayız ve baş köşede “Hüseyin amca” dedikleri aydınlık ve şirin bir sima var. Uzun yıllar Sultanu’l-Arifîn Mahmut Sâmi Ramazanoğlu kuddise sırruh hazretlerine hizmet etmiş bir gönül eri. O hizmet esnasında geçen bir hatırayı anlatıyor:
“Belki otuz yıl oluyor. Buraya Üstadımız geldi. Bir gün bana, “Yarın falan filan mahalleleri gezeceğiz inşallah” dedi. “Peki Efendim” dedim. Ama beni bir düşüncedir aldı. O dediği mahallelerde bir tane bile ihvanımız yoktu. Biz kimi ziyaret edecektik?
Yarın olunca yola düştük. Muhterem Üstadımız o zayıf haliyle Samsun’un inişli çıkışlı bazı mahallelerini yavaş yavaş gezdi. Hiç konuşmuyordu. Zaten gerekmedikçe konuşmazdı. Sükut ehlini de çok severdi. Bir hayli gezdikten sonra “Dönelim” dedi. “Peki Efendim” dedim. Ama bir şey anlamamıştım…”
“Ve bu gün…” dedi Hüseyin amca, ama cümleyi tamamlayamadı. Başı önüne düştü ve uzun uzun ağladı. Hepimiz de derin ve tatlı bir hüzün deryasına daldık. İçimiz dışımız feyze batmıştı. Üstümüze yağmur gibi huzur yağıyordu…
“Ve bu gün görüyorum ki, Üstadımızın gezdiği o mahallelerde ihvan kaynıyor. Demek otuz yıl önce oralarda boşuna dolaşmamıştık. Üstadımız maneviyat tohumları ekmişti. Bu gün o ekilenler meydana çıktı, meyve veriyorlar hamdolsun.”
Demek insan hizmet ederken sadece Allah Teâlâ’nın rızasını kasdetmeli ve sırf “bu bir emirdir” diye yapmalıdır. İnsanlar söz dinlerse şımarmamalı, dinlemezlerse üzülmemeli, garip kalırsa ümitsizliğe düşmemelidir. Vazife, asla bir menfaat veya mükafat gibi bir karşılık beklemeden, sadece Allah için, ihlas ve samimiyetle yapılmalıdır. Yapılanlar asla boşa gitmeyecek, belki ekilen tohumlar bugün olmasa da gelecekte yeşerecek ve ürün verecektir.
Hamdolsun, ne gam kaldı, ne kasavet. Oradan çıkarken, içimdeki vesveselerin arındığını hissettim. “Hadi iş başına, dedim içimden. Bir daha sızlanırsan, ‘Fein tevellev’ tokadını yersin karışmam. Hadi bakalım, sen sana düşen öğretmenliğini güzel yap, camilerde halk eğitimine katıl, bildiklerini, duyduklarını, tecrübelerini yaz. İlme istekli varmış yokmuş sana ne? Vaaz veriyorsun ama bir kulaktan giriyor, öbüründen çıkıyormuş, seni ne ilgilendirir? Kimse yazdıklarını kale almıyor veya okumuyormuş, öyle mi sanıyorsun ey burnunun dibini göremeyen adam! Tohum saç, belki otuz sene sonra biter, belki üçyüz sene sonra, bu seni ilgilendirmez. Allah, nimetin kıymetini bilmeyeni giderir, bileni getirir, sen Kur’an-ı Kerîm okumuyor musun?”
Ne kendimin kemali, ne de başkalarının iyi ahvali için, Allah Teâlâ’dan umut kesmenin, haddimi aşmak olduğunu anlamanın mutluluğu ile bahtiyar olmuştum. Üstadın, “Tohum saç, bitmezse toprak utansın” mısraı geldi aklıma, güldüm.
“Toprak er ya da geç bitirir Üstadım, anlaşılan sen bizi tohum saçmaya davet ediyorsun” dedim o fikir çiftçisinin ruhuna rahmetler okuyarak.