Bir dostun ölümü
İranlı şair Sadi'nin "Ölülere ağlamayın; çünkü onlar kuşları uçup gitmiş boş kafeslerden başka bir şey değiller" felsefesine inanmama rağmen, Yeni Asır'daki haberi okurken gözlerimden yanaklarıma birkaç damla yaşın yuvarlanmasına engel olamadım.
"Gazeteci Yalman toprağa verildi" başlıklı haberde şöyle deniyordu: "Uzun süredir mücadele ettiği amansız hastalığa yenik düşerek 64 yaşında yaşamını yitiren gazeteci Melih Yalman sevenlerinin gözyaşları eşliğinde son yolculuğuna uğurlandı..."
Yanaklarımı sildim ve 30 yıl kadar öncesine yolculuğa çıktım...
1983 yılıydı. Yeni Asır'da yazıişleri müdürü olarak görev yapıyordum. Hayatımda oyuncak tabancam bile olmadığı için askerlikten çok korkuyordum ve kaçıyordum. Ama biz ortalıkta dolaşan kaçaklardık. (Çoğul kullandım, zira gazetenin idare bölümünde çalışan Mithat Topaç da aynı durumdaydı. Ama o sonuna kadar kaçamadı.)
Bizim asker kaçağı olduğumuzu İzmir'deki üst düzey yetkililer dahil bilmeyen yoktu ve bu durumumuzu epey "Kullanan" vardı: İkide bir "Sivil polis" olduğunu söyleyen kişiler dayanırdı gazeteye ve "Asker kaçağı olduğunuz ihbarı var, sizi karakola götürmeye geldik" diye "Mevcutlu" götürmeye kalkarlardı. Ya da inzibatlar gelir, "Haydi gidiyoruz" diye askerlik dairesine götürmek üzere cipe bindirir, yarı yolda iyi bir restoranda ziyafet karşılığı salıverirlerdi.
Evet, 1983 kışıydı. Yanlış anımsamıyorsam, aralık ayının son günleri. Bir sabah gazeteye gittiğimde, "İdare Müdürü Melih Yalman seni bekliyor" dediler. Odaya girdim. Melih ve Yeni Asır'ın ortaklarından Sayan Sokollu (Not: O da rahmetli oldu) oturmuşlar. İkisi de düşünceli mi düşünceli. Melih, "Sana kötü bir haberim var" dedi, içimden "Herhalde çıkışımı verecek" düşüncesi geçti. Hemen ardından "Ama önce bir kahve söyleyeyim, kendini toplarsın" önerisinde bulundu. Kahveler geldi, içtik. Sonra Melih, çekmecesinden bir kâğıt çıkarıp uzattı. Baktım, İzmir Askerlik Daire Başkanlığı'ndan gelen bir yazı. İmzalı, mühürlü...
Okudum: "Bakaya olarak şu tarihe kadar Sivas 5'inci Eğitim Tugayı'na teslim olmanız gerekmektedir. Aksi takdirde hakkınızda kanuni işlem başlatılacak ve tutuklanmanız sağlanacaktır..."
Gözlerim karardı; çünkü yazıda 72 saat içinde Sivas'ta teslim olmam uyarısı yapılıyordu.
Melih, "Kaçış buraya kadarmış" dedi, "Gözün sakın arkada kalmasın. Eşin, oğlun bize emanet. 24 ay dediğin ne ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçer" diye teselli etmeye çalıştı, sekreterine İzmir'den Ankara'ya uçak, oradan da Sivas'a otobüs biletlerimin ayarlanması talimatını verdi.
Odadan çıkıp yazıişleri salonuna geçtim, arkadaşlarla vedalaşmaya başladım. Eve "Müjde"yi verdim, eşim ağlamaya başlamasın mı...
24 ay ayrı kalacağım gazetedeki son günümün nasıl geçtiğini anlatamam. Ayrılmaya yakın, Melih yine çağırdı. Uçak ve otobüs biletlerimi, yol harçlığımı verme bahanesiyle. Gittim. Yine Sayan Bey de odada. Melih bir zarf uzattı. Açtım. Aaaa... "Korkuttuk mu cicim" yazılı bir not. İkisi de halimi gördükçe gülmekten kırılıyorlardı. Meğer askerlik dairesinden bir görevliyle anlaşmışlar, antetli, mühürlü o yazıyı hazırlatmışlar, postaya verdirmişler...
Melih'le 1984'e kadar çalıştık. Sonra Hürriyet'e geçti. Ankara bürosunda idare müdürü olarak. Oradan bile yetişir, beni götürmeleri için gazeteye sivil polisler, ekipler, inzibatlar göndertirdi.
Rahmetli Özal 1987'de "Bedel" çıkardı da işkenceden kurtuldum. İlk işim pasaport almak oldu. İlk seyahatimi de unutamam: Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'le Londra'ya gittik. (Not: Kişisel maceramdan dolayı, bedelli askerlik bekleyenleri çok iyi anlıyorum.)
Yeni Asır'ın "Gazeteci Yalman toprağa verildi" başlığıyla ölümünü duyurduğu Melih, işte o Melih'ti. İyi insandı. İyi dosttu. O İzmir'e döndüğü, ben de 16 yıl önce İstanbul'a geldiğim için pek görüşemiyorduk ama hayatımın bir döneminin önemli tanıklarından biri olarak kalbimin bir köşesinde duruyordu.
Romalı düşünür Seneque, "Hayat, ölüme doğru uzun bir yolculuktur" der. O uzun yolculuktaki, yol arkadaşlarım giderek azalıyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.