Allah’a aşk yolundan gidilir
“Sevgi ikiye ayrılır” derler:
1. Şartsız sevgi: Çıkarsız, pazarlıksız, yalın, düzeyli. Bu tür sevgiyi “aşk” olarak da tanımlamak mümkündür. Hz. Mevlâna gibi ciddi bir tasavvuf adamını, Şems’in demirci dükkânının önünde, örs ve çekiç sesine ritim tutturup titreten derin duygu aşktır...
2. Şartlı sevgi: Bu tür sevmeler şartlara ayarlıdır. Şartların oluşmasına ve gelişmesine bağlı olarak ya gelişir ya nefrete dönüşür.
“Şartlı sevgi”leri de kendi içinde ikiye ayırırlar:
1. “Çünkü”lü sevgiler: (Seni seviyorum, çünkü güzelsin... Çünkü zenginsin... Çünkü meşhursun... Çünkü sessizsin, v.s.)
2. “Eğer”li sevgiler: (Eğer bana ev alırsan... Eğer bana araba alırsan... Eğer bana kürk, manto alırsan... Eğer okulunu bitirip doktor olursan, vs. [Evlenme programlarında şahit olduğumuz türden])...
Esas sevgi “rağmenli sevgi” imiş: “Seni fakirliğine rağmen... Seni işsiz olmana rağmen... Seni aileme rağmen... Seni kendime rağmen seviyorum” diyebilmek ve bu tertemiz duyguyu yaşayabilmekmiş...
Hz. Hatice gibi desem... Biliyorsunuz Hazret-i Hatice, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in ilk eşidir. Aralarında on beş yaş fark bulunmakla birlikte, Efendimiz onu çok sevmiş, “Hıristiyan kadınların en hayırlısı İmrân’ın kızı Meryem, Müslüman kadınların en hayırlısı ise, Hüveylid’in kızı Hatice’dir” diyerek kıyamete kadar aşkını ilân etmiştir...
Âşık olmasaydı dulluğuna takılır, kendisinden on beş yaş büyük olması karşısında tökezleyip geri çekilirdi... Hiçbirini umursamadan onunla evlendi ve yaşadığı müddetçe başka hiçbir kadını istemedi. Hatta Hz. Hatice vefat ettikten sonra, ona hürmeten uzun sayılabilecek bir süre bekâr kaldı.
Ama evlenmek zorundaydı, çünkü dinin kadın boyutunu kadınlara taşıyacaklara ihtiyaç vardı. Üst üste evlendi. Bunun farklı hikmetleri üzerinde elbette durulabilir, ancak bir yönü “Hz. Hatice karakteri”ne duyduğu derin özlemdir sanırım. Her kadında onun kokusunu, onun duruşunu, onun aşkını aramış, bulamayınca Hz. Ayşe Validemizi çocuk denebilecek yaşta nikâhlayarak yıllar boyu eğitmiş, Hz. Hatice’ye benzetmek istemiştir...
Sonuçta faziletinden, takvasından, şefkatinden, sevgisinden, kavrama kabiliyetinden, nihayet kadın duruşundan etkilenmiş, bu kez Hz. Ayşe’ye doludizgin âşık olmuştur.
O kadar ki, Hz. Ayşe kadınsı bir merak ve istekle “Efendim, beni seviyor musunuz?” diye sorduğunda, “Kördüğüm gibi” diye cevap vermiştir, “Seni kördüğüm gibi seviyorum.”
Aradan birkaç yıl geçiyor... Zor yıllardır geçen yıllar. Âlişan Efendimiz öncelikle bir Peygamberdir ve bu sıfatıyla Bizans kralından çöl bedevisine kadar binlerce kişiye hakikati tebliğle mükelleftir: O buna vakit ayırıyor...
Aynı zamanda devlet başkanıdır, devlet başkanı sıfatıyla görüşmeler, anlaşmalar yapıyor: Buna vakit ayırıyor...
Aynı zamanda başkomutandır, orduları yönetiyor: Buna vakit ayırıyor...
Muallimdir, çevresine ve dünyaya öğretmenlik yapıyor: Buna vakit ayırıyor...
Kocadır kadınlarına, babadır çocuklarına, dededir torunlarına vakit ayırıyor...
Bazen savaşmak zorunda kalıyor, bazen yoklukla, hatta açlıkla mücadele ediyor...
O böylesine girift ve yoğun işlerle uğraşırken, kim bilir yine hangi kadınsı duyarlılığın etkisiyle, Hz. Ayşe, yıllar öncesinden kalma o “kördüğüm”ü hatırlatmak istiyor Efendimiz’e... Damdan düşer gibi soruyor: “Efendim, kördüğüm ne âlemde?”
“Ne kördüğümü?” diye sormuyor Efendimiz...
“Bunca işimin arasında yıllar önce söylediğim bir kelimeyi hatırlamamı bekleyemezsin” diye azarlamıyor Hz. Ayşe Validemizi... “Ben nelerle meşgulüm, sen nelerle meşgulsün” diye de küçümsemiyor...
O cümleyi bir dakika önce söylemiş gibi gülümsüyor, sadece. Derin derin eşine bakıyor ve teminat veriyor: “Kördüğüm daha da girift bir hale geldi, yüreğime bütün bütün dolaştı...”
Aşk sünnettir! Zaten Allah’a da ancak o yoldan gidilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.