O ve Biz
Kendimi hariç tutmuyorum.
“O”nun hayatıyla “Biz”im hayatımız arasındaki farklılığı, çelişkiyi fark edebiliyor muyuz?
Peygamber Efendimiz (s.a.s) “yaşanabilir” bir hayat sürmüştü.
Bazılarının zannettiği gibi O “ulaşılamaz” değildi.
İnsanüstü konumu da yoktu.
Müşriklerin bekledikleri gibi O “Melek” olarak da gönderilmedi.
O bir “insan”dı ve Allah’ın yeryüzündeki son “elçisi” idi.
İnsanlar O’na uysun diye, sade ve basit bir yaşantısı vardı.
Nitekim, sahabeler de O’na uydular, O’nun gibi yaşamaya çalıştılar.
Zaten, Yüce Allah O’nu “Üsvetü’l-Hasene” olarak göstermiyor muydu Kur’an’da!
O, “en güzel örnek”ti ve bütün Müslümanlar da bu örneğe tabi olmaya çağırılıyordu.
O dönemde (asr-ı saadette) ve takip eden dönemlerde O’na uyanlar; çok güzel cemaatlar ve örnek toplumlar oluşturdular.
Onların sayesinde diğer insanlar da İslam’ı sevdiler, Kur’an’la tanıştılar ve Müslüman oldular.
Türklerin Müslümanlığı da, böyle güzelliklerin etkisiyle olmadı mı?
***
O’nun “örnek” hayatını hep anlatıyor, dinliyor ama nedense yaşayamıyoruz.
O’nu anlatıp dinlerken ah-vah çekiyor, görevimizi yaptığımızı sanıyoruz.
Ya da, O’na salatü selam göndererek nefsimizi tatmine çalışıyoruz.
Hatta bunu sayılara dökerek adeta “salavat yarışı”na giriyoruz.
Anlamını belki bilmeden çektiğimiz tesbihlerin bir de çokluğuyla övünüyoruz.
Oysa, O’na salat-ü selam göndermek, O’nu desteklemektir.
Tıpkı, Yüce Allah ve Meleklerinin O’nu destekledikleri gibi (Ahzab/56).
O’na salat-ü selam etmek, O’nun getirdiği Dine yardım etmektir.
O’na salat-ü selam etmek, O’nun sünnetini ihya için gerekeni yapmaktır.
Çünkü O, desteklenmesi gereken bir Peygamberdir.
Son İlahi Dinin Peygamberi, ahir zamanın tek Rehberidir.
Dolayısıyla hayatı canlı tutulmalı, sünnetleri yaşatılmalıdır.
Çünkü, Yüce Allah O’nun üzerinden Dinini tamamlamış, O’nun hayatını Dininin aynası yapmıştır.
Bu yüzden O’nun desteklenmesi, Dinin desteklenmesi, Kur’an’ın desteklenmesi demektir.
Bunları gerçekleştirmeden O’na gönderilen salat-ü selamların sayısı milyarlara ulaşsa sahibine yorgunluktan başka ne sağlar?
“Nice namaz kılanların yorgunluk, nice oruç tutanların açlık” çektiklerini anlatan Peygamber Hadisi bundan başka neyi anlatıyor ki?!
Şu bidat ve hurafelerin yoğun ortamında Peygamberimizin ihya edilecek binlerce sünneti varken, bilmem şu kadar “salavat çekme” kampanyalarına bunca rağbet ve hevesi nasıl izah etmeli?!
Hem bu sayı sınırlaması da nereden çıkıyor?
Şu kadar zikir çekersen böyle olur, bu kadar salavat çekersen şöyle olur diyenler, din adına hüküm vermekten korkmuyorlar mı?
Allah ve Rasûlü’nün koyduğu sınır dışında sınır koymaya ne cür’et, ne cesaret böyle!..
Hem, insan sevdiğine sınır koyar mı?
***
Bir derviş, bir kucak elma ile, bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş.
Yorgunluktan al al olmuş kızın yanakları.
“Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş.
Uzakta görünen bir tarlayı işaret etmiş kız;
“Sevdiğim çalışıyor orada, ona elma götürüyorum” demiş.
Derviş “kaç tane?” diye soruvermiş.
Kız gayet şaşkın bir halde cevap vermiş:
“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi, sayar mı hiç?”
Bunun üzerine Derviş usulca koparmış elindeki tesbihi.
Sevdiğine sayı ile yolladıklarından utanmış, yüzünü eğivermiş aşağıya.
Bu kızı karşısına çıkaran Allah’a şükrederek tevbe etmiş bir daha sınır koymaya.
Bir Sonraki yazımızda Allah Rasûlü’nün hayatından somut örnekler vereceğim inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.