Yeryüzü bir sofradır
Kainatta yaratılmış ne varsa insanoğlunun emrine verilmiştir. Yeryüzü, insanoğlu için hazırlamış mükemmel bir sofradır. Su, hava ve toprakla geçinmeyi bilen her insan, bu dünyada istediği her türlü mutluluğu elde edebilir.
önceki gün yazdığım “ölmeden Toprağa Dönmek” yazısı, pek çok dostumdan büyük ilgi gördü ve “Biz toprağa küstük, toprak da bize küstü” diyerek yeniden toprağa dönmenin gerekliliği üzerinde durdular.
Bediüzzaman’ın güzel bir sözü vardır. Der ki; “İnsanda gaye-yi hayal olmazsa zihinler eneye dönüşür.” Gayesi olmayan insanın zihinlerindeki her düşünce, bencillikten öte yol bulamaz ve her şeyini bencillik çerçevesinde yaşamaya ve anlatmaya başlar.
Dağlarımız var bizim. Kimi engin, kimi yüce, kimi çıplak, kimi ormanla kaplı. Her bir dağımız, hem kainattaki düzen için hem de insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşaması için birer denge unsurudur. Cömerttirler, kıskançlık bilmezler.
Her ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu şey madendir. Dağlarımız bize maden sunar. Bize sunulan birer nimettir madenlerimiz. İşletiriz ya da işletemeyiz ama dağların üstü de altı da insanoğlunun emrine verilmiş sandık sandık nimetler hazinesidir.
Sularımız vardır. İnsanoğlunun hizmetine sunulmuştur. Susuz yaşanmayacağını insanlar da, hayvanlar da, bitkiler de bilir ve her canlının suya ihtiyacı vardır. Fakat gayeyi hayali olmayan insanların yüzünden, sularımız da dağlarımız gibi imha ve ihmal edilmektedir.
Ovalarımız vardır yine her üç canlının hizmetindedir. Topraktaki zenginliği henüz hiçbir bilim dalı ortaya net olarak koyabilmiş değildir. Ovalarımızda, dağlarımızda, derelerimizde, tarlalarımızda, bağ ve bahçelerimizde biten yüzlerce, binlerce ot ve çiçek çeşidi vardır ve her biri yine insanoğlu başta olmak üzere diğer canlıların emrine verilmiştir.
Gerçek dağlar, gerçek ovalar, gerçek bağ ve bahçeler dururken, suni aletlerle, suni dağlar, suni ovalar ve suni bağ ve bahçeler yaparak, elimizi sıcak sudan soğuk suya sokmadan, elimize bir çapa almadan, bir kürek almadan suni olanları suni niyetlerle seyretmekten öte gitmeyen bir doğa sevgimiz var bizim.
Yeryüzü bize her türlü kıymetini büyük bir cömertlikle sunuyor. Biz bu cömertliği anlayamadan, tanıyamadan, hakkında bilgilenmeden, maalesef çoğu zaman elimizin tersiyle itiyor ve hatta küstürüyoruz. çevre bilincimize bakıldığında bu fotoğraf daha net görülüyor.
çöpe giden ekmeklerimizin israfı tonlarla ölçülüyor, pazardan, alışveriş merkezlerinden veya manavlardan aldığımız meyve sebzelerin yine büyük bir çoğunluğu ya gereği gibi yenilmiyor veya yine çöpe gidiyor.
İktisatlı ve tasarruflu kullanmadığımız her şey hem kendimize, hem çevremize büyük zararlar veriyor. Biz bu zararları öyle görmezden geliyor ve ciddiye almıyoruz ki, hiç farkında olmadan faturasını yine biz ödüyoruz ama faturaya başka isimler veriyoruz.
Evimize gelen misafirler ellerinde bir hediye ile gelince yüzümüz gülüyor ve “Ne zahmet ettiniz” diye bir sürü iltifat ediyoruz. Eğer hediyenin kıymeti ve özelliği varsa, bir kenarda saklıyor ve hatta uzun müddet o hediye sahibine bağlılığımızı her fırsatta iletiyoruz.
Peki, yaşamamız için bize her türlü imkanı sunan Allah’ın bahşettiği yeryüzü sofrasına hediye getiren misafir kadar özen gösterebiliyor muyuz? Bu sofrayla iç içe yaşayabiliyor muyuz? Bu sofranın sahibine teşekkür edebiliyor muyuz? Bu sofrayı özenle koruyup kollayabiliyor muyuz? Bu konuda daha pek çok soru sormak mümkün ama geçelim.
Yeryüzünün ve gökyüzünün insanoğluna sunduğu nimetler saymakla bitecek ve tükenecek gibi değildir. Yağmurdan şikâyet ederiz, kardan şikâyet ederiz ama yağmur yağmayınca, kar yağmayınca da hayata dair bütün bağlarımız birden zayıflar ve ümitsizliğe düşerek, gökyüzünden gelen ikramların kıymetini de bilemeyiz.
Şehirde, kasabada, köyde, mezrada her nerede yaşıyor isek, önceliklerimizi belirlerken, bize hiç karşılıksız sofra nimetleri sunan yeryüzü ailesine, hediyeli veya hediyesiz gelen misafire gösterdiğimiz ilgi ve nazik davranışı göstermeliyiz ve imkanı olanlar, bu aile ile yakından ilgilenmelidir diye düşünürüm.
özok’tan CHP ağzı!
ANKARA
Danıştay'ın 140. kuruluş yıldönümü töreninde konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı özdemir özok, "ülkemizde cumhuriyetin ilanından bu yana laiklik ilkesiyle ilgili hâlâ yorum, değerlendirme ve beklenti farklılıkları bulunması, laiklik ilkesinin uygulama, içerik ve benimsenmesi yönünde gerekli özen ve duyarlılığın gösterilmediğinin açık kanıtıdır..." dedi.
AK Parti hakkındaki kapatma davasına da değinen özok, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'ndaki görev ve sorumluluğunun gereği olarak davayı açtığını ifade etti. "Ergenekon soruşturması"nın da TCK'nın değişik maddeleri uyarınca başlatıldığını anlatan özok, "Siyasal iktidar karşıtları kapatma davasının, siyasal iktidar yandaşları ise Ergenekon soruşturmasının haklılığı yönünde açık-örtülü bir kampanya başlatmıştır. Bu yaklaşım, ülke yargısı ve hukuk devleti olgusuyla bağdaşmayan çok tehlikeli bir girişimdir. Yapılması gereken yargıyı rahat bırakmak ve sorunları kendi kuralları içinde çözmesine yardımcı olmaktır" dedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.