Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Sağlam duruş

Sağlam duruş

Peygamber-i Âlişan Efendimizin, olumsuz şartlar karşısında pes etmeyen bir duruşu var. Bu duruş aynı zamanda, Hazret-i Havva’nın, yabancısı olduğu bir dünya karşısındaki duruşudur (Cennetten çıkarıldıktan sonraki hali)...
Hazret-i İbrahim’in Nemrut ateşi karşısındaki duruşudur... Hazret-i Hacer’in, çöl yalnızlığındaki imkânsızlıklar karşısındaki duruşudur... Hazret-i Musa’nın Firavun karşısındaki duruşudur... Nihayet Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in Ebucehil karşısındaki duruşudur.
Bu ortak duruşta umutsuzluk, sabırsızlık, yakınma, kahırlanma, yenilme yoktur. Ellerinden geleni eksiksiz yapmışlar ve Allah’a dayanıp ayakta kalmışlardır.
Müslümanca duruşun özeti de işte budur:
Elden geleni eksiksiz yaptıktan sonra, tevekkül etmek; yani Allah’a dayanmak.
Hatırlayalım ki, Efendimiz’in Medine’ye göçü sırasında yanında yalnızca tek kişi vardı: Hz. Ebubekir. Kitleler o gün için Ebucehil’in safında yer almışlardı. Ebucehil bunu delil göstererek, “Halk gerçeği gördü” derken ve Ahirzaman Peygamberi’nin işini kesin olarak bitirdiğini zannedip sevinirken, mağara yalnızlığında Efendimiz, muhteşem yol arkadaşına şöyle fısıldıyordu: “Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir!”
İnsanın önce kendi kendisiyle yarışıdır hayat: Hedefe tırmanışıdır. Tırmanışın “Müslümanca” olanı, kimsenin yüreğine ve emeğine basmadan yapılandır!
Koşarken de, tırmanırken de hayatı fark edip hayatı verene dua etmeli insan...
Sadece, “Benden bir şey olmaz”, “Bir çiçekle bahar gelmez” demeden ve olumsuz şartları abartmadan tüm gayretiyle, sabrıyla, kuvvetiyle koşanlar hedefine varır. Oturup yakınanlar, ağlayanlar, sürekli şartlardan ve imkânsızlıklardan söz edenler ise yolda kalır.
Biliyorsunuz, ama tekrar hatırlatacağım: Meşhur fizikçi Albert Einstein, dört yaşına kadar konuşamamış, okumayı yedi yaşına gelene dek sökememişti...
O kadar ki hem öğretmenleri hem de ailesi Einstein’ın “zihinsel özürlü” olduğundan kuşkulanmışlardı...
Çalıştı, çabaladı, inandı, umdu ve çağının gördüğü “en iyi fizikçi” oldu.
Ludwig Van Beethoven’in müzik öğretmeni, bir gün aileyi ziyaret etti ve oğullarının müziğe kabiliyetinin olmadığını, boşuna emek sarf etmemelerini söyledi...
Beethoven çok çalıştı, çabaladı, inandı, umdu ve dünyanın “en iyi bestekâr”larından biri oldu.
Walt Disney, “Gereksiz şeylerle uğraştığı ve hiçbir işe yaramadığı” gerekçesiyle çalıştığı gazetelerden kovulmuştu...
Çalıştı, çabaladı, inandı, umdu ve dünyanın tartışmasız “en tanınan ve en çok para kazanan ressamı” oldu.
Koca Mimar Sinan sıradan bir “acemioğlan” olarak Yeniçeri Ocağı’na girmişti...
Çalıştı, çabaladı, basamakları bir bir çıktı, önüne gelen fırsatları değerlendirdi ve binlerce “acemioğlan” arasından sıyrılıp yükseldi. Nihayet Koca Mimar Sinan oldu, Selimiye gibi eşsiz bir mâbede imza attı.
İçeriden ve dışarıdan bir sürü örnek daha verebiliriz. Sonuçta hepsi aynı kapıya çıkar: Çalışmayanın başardığı görülmemiştir.
İnsan kabiliyetine sınır yoktur. Ama kabiliyetin eğitimle geliştirilmesi ve çaba ile cilalanması gerekir. Ondan sonra sıra “isteme”ye gelir: Çok isteyeceksiniz, inanacaksınız, çalışacaksınız ve başaracaksınız. Her insan yapabileceğine inandığı her şeyi yapabilir!
“Yapamam-başaramam” demeyin, yapanlar nasıl yaptı, başaranlar nasıl başardı? Başkaları başardığına göre siz neden başaramayasınız?
İnsanlar birbirlerine benzerler: Herkes zaman zaman bıkar, usanır, korkar, incinir, her şeyi yüzüstü bırakıp kaçmak ister. Bazıları kaçar, bazıları sabrının son kırıntılarını da kullanarak dayanırlar... Bilin ki son ana kadar sabredip dayanabilenler hayatı kazanırlar.
İşin sırrı yılmamak, yıkılmamak, bıkmamak, umutsuzluğa kapılmamak ve asla vazgeçmemektir.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi