Yürüyen kazıklar tiyatrosu
Refleks sinirleri körelmiş seyircilerle yan yanayım...
Ya alkış tutuyorlar sebepsiz yere, ya protesto çekiyorlar şuursuzca.
Maksatları nedir, bilen yok...
Zaten öğrenmek isteyene de tesadüf etmedim şimdiye kadar.
En iyisi yeni aktörlerin rol aldıkları sahneler...
Şöyle bir M.G. ve yanında salata misali iki gözü dört çeşme F.Şahin.
Bulmak zor olsa da deneyeceğim...
Çarkçı dayının veya dedenin tiyatrosunu tavsiye ediyor dostlarım bana, durmadan...
Ne bileyim?
Seyirde hayır var diyorum dalıyorum sahnenin yakınına...
Dedeleri, babaları, amcaları, teyzeleri ve dahi ablaları başörtüsü düşmanlığı ile isim yapmış zevatın çadır tiyatrosuna demir atıyorum...
O da nesi?
Yeninin de yenisi başı örtülü bir konu mankeni...
Şen-şakrak sahnede gülücükler dağıtıyor...
Elinde bir deste gül... Kendi gülünden güzel...
Sağdan-soldan kulağıma sesler geliyor:
Boş yere günahlarını almışız birader... Ötekilerin cesaret edemeyeceği yerde binlerce kişi içinde örtülü bayan...
He ya, öyledir galiba...
Tam bu sırada baş aktörün tam mücavir sahasına duhul ediyor örtülü bayan...
Baş aktör, ya da ekber dede emanet ve de geçici bir süre için başını kapatma rolündeki genç bayanın yanaklarından makas alıyor...
Yani resmen öpüyor mesture kadını...
Homurtular yükseliyor bu sefer:
“Bu da yapılmaz ki...”
Ne var sanki? Mezheplerinde, meşreplerinde aleni “öpüş” ikramiyesi vermek yok mudur?
Geçelim öteki tiyatroya...
Kurtlara/kuşlara hükmeden zat-ı kiramın önünde bir kuyruk, bir kuyruk ki, ucu bucağı yok...
Ötede bir öpmeye rahatsızlık kemendi atılmıştı, burada herkes heybet paşanın ellerini öpme yarışındalar... Bazı kimseler sabahın köründe gelerek sıra kapıyorlarmış... Heybet paşa tiyatro mahalline kadem basınca başlıyorlarmış öpme faslına... Her el öpmede deftere bir çizgi çekip altı defter donatıldığı oluyormuş...
“Öp babanın elini!..”
Kurtların-kuşların, hilal bıyıklı baboşların el öpme hastalığına tutulmaları hayra alamet değil diyerek, mekân değiştiriyorum...
ADA Tiyatrosu bir başkadır...
Burada modern amazonlar sahne dolduruyor... Eski Rus Dışişleri bakanının ismini taşıyan yakıcı/yıkıcı meşale gösterileri... Sapan taşı atan civelekler, erkek tokatlayan sembol avratlar...
Gözler kan kokuyor, kızlar kan kokuyor, sözler kan kokuyor...
Kan revan içinde kalıyoruz... Kan ile yoğrulmuş demokrasi köftesi yemeye midemiz müsait olmadığı için malum posterlerin arasından sıyrılıp diğer tiyatroya, yani hergelekon tiyatrosuna uğruyoruz...
Mao’cular, Makarios’cular, Mandelacılar... Ne ararsanız var burada... Yıldız parlatan kadınlar, postal yalayan yazarlar, medya kulesi diken kart herifler...
Arada Sülo, Sabi, Hüco ve avaneleri... Burası biraz daha tantanalı...
“Yakalım, yıkalım, ele geçirelim” oyuncularına nisbet bir de “Aman bu halkın can attığı baş olma sevdasını biz başaramayız, başarsak bile devam ettiremeyiz, bari Sütbeyaz hizbe kıyak geçelim de onlar yürütsün” arzusu dikkatleri çekiyor...
Ayın onikisinde onikiden vurma saçmalığı bana pek samimi gelmedi...
Kim kimin namına rol kesiyor, senaryoyu yazan bizlerden birisi mi, yoksa ecnebi ünlüleri mi?
Ben kestiremedim doğrusu...
Sam amcamızın yeni yetmeleri muhtemelen boş durmuyorlar... Ne yani? “Siz beğendinizse biz de beğeniriz” köle ifadesini tekrarlayalım mı?
Ey dostlar, hürriyet ne güzeldir... İşte gördüğünüz gibi her renk ve lezzetten tiyatrolarımız var, dilediğimizi seyrediyoruz.
Bu yaşıma kadar yüksek zirvelerde
Kocaman kocaman soytarılar gördüm.
Kimi yalın kılıç ve kimi siperde
Erkeğe boynuz takan karılar gördüm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.