Ahmet Şık’a özgürlük, Mustafa Kaplan’a pranga!.. Dürüstlük m
Adına; ister “çifte standart” deyin, ister “ikiyüzlülük.”... İster “çok yüzlülük” deyin, ister “yüzsüzlük” deyin!.. Her ne derseniz deyin, fotoğraf şudur: Medya dünyasında “samimiyet” gitmiş, “dürüstlük” iflâs etmiş, “kalleşlik” geçer akçe olmuştur!..
Hele bakın “gazete” ve “televizyon”lara... Bir “Dersim katliamı”dır; tutturmuşlar, gidiyorlar!.. Hayır, “Cumhuriyet’in 15. yılında” yaşanan bu “katliam”, bu “soykırım” araştırılmasın demiyorum... Tam aksine araştırılsın ve “emri kimin verdiği” ortaya çıkarılsın!..
“Türkiye’nin ilk kadın pilotu” olarak tarihe geçen ve birileri tarafından hâlâ “baş tacı” edilip, bir “havaalanı”na adı verilen Sabiha Gökçen’in kim olduğu da gözler önüne serilsin!..
“Sabiha Gökçen’in bombaları”ndan sağ kurtulup da “mağara”lara gizlenen Tunceli halkının, adeta “fare”ler gibi zehirlendiği, “böcek” gibi ezildiği de gün yüzüne çıkarılsın!..
Evet, katliam ve soykırım, bir “insanlık suçu”dur... Ve “suçlu”lar mutlaka cezalandırılmalıdır... Ama, bu “kampanya”da benim asıl canımı sıkan taraf; “tam bir ikiyüzlülük” sergilenmesidir!..
ONLAR İNSAN DEĞİL Mİ?
Çünkü; “sol kültür”den ve Avrupa’da oluşan “Alevi Diasporası”ndan beslenenler; sadece “Dersim”den ve “Seyyid Rıza”dan bahsediyorlar!.. Peki, niye hiç Şeyh Said’den bahseden yok?!?..
Oysa, benzeri isyanlarda Şeyh Said de katledildi!.. O katliamdan sonra da “tehcir”ler yaşandı!.. Ne yani, bunların hiç mi önemi yok?..
Aynı şekilde, “Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceleri” sorgulayanlar, meselâ “Mamak Cezaevi’ndeki işkenceleri” niye hiç ağızlarına almıyor?.. Ki; o “işkence”lere maruz kalanlardan biri de; “Beton soğuk... Üşüyorum” diye şiir yazan merhum Muhsin Yazıcıoğlu idi!..
“Madımak faciası”na değinen, “33 kişinin diri diri yakıldığını”(!) sürekli gündemde tutanlar, niye hiç “Başbağlar Katliamı”nı hatırlamıyor?.. Orada katledilen 33 kişinin canı can değil mi?..
Bu mudur “soykırım”a karşı çıkmak, bu mudur “işkence”ye savaş açmak?
Meselâ, “Kürt önderler”den bahis açıldığında, “bir sürü isim” sayılır... Ama her ne hikmetse, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin adı, bir defa olsun bile anılmaz!..
Acaba neden?..
Yoksa, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, sürekli; “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” dediği için mi?!?..
Eğer öyle ise, manzara şudur: “Şeytan”, kendi köşesine çekilmiş, işi, “çırak”ları olan “öğrencilerine” bırakmış olmalı ki, şimdi onları keyifle seyrediyor... Öyle ya; kendi yapacağı işi “öğrenci”lerine devretmiş, onların “şeytandan da şeytan” olduğunu görmekten büyük keyif alıyordur!..
Bu yapılan “insanlık” değildir!..
Bu tavrın, “samimiyet”le ve “tutarlılık”la da ilgisi yoktur!..
“Katliam” diyorsan, katliamların hepsine karşı çıkacaksın!.. “İşkence” diyorsan; onu kim yaparsa yapsın, savaşacaksın!..
“Dürüstlük” bunu gerektirir!..
“İnsanlık” bunu gerektirir!..
Sen, “terörist” deyip Usame bin Laden’i yerden yere vuracak ama ABD’nin yaptığı “devlet terörü”nü alkışlayacaksın!..
Bunun adı, “ikiyüzlülük”tür!..
Ve hatta “yüzsüzlük”tür!..
ŞIK’IN ESAMESİ OKUNMAZKEN!
Bunları böylece ifade ettikten sonra, gelelim Ahmet Şık olayına... Malûm; Kemal Kılıçdaroğlu’ndan tutun da, “yoldaş ve candaş tüm gazete ve televizyonlar”a varıncaya kadar hâlâ Ahmet Şık üzerinden “propaganda” yapılıyor, Ahmet Şık’ın, “basılmamış bir kitap” dolayısıyla tutuklu bulunduğu iddia ediliyor!..
Ama, öte yanda;
Mustafa Kaplan adlı bir “gazeteci”nin, hem de “17 aydır” cezaevinde tutulduğundan bahseden yok!..
Mustafa Kaplan’ı bilenler bilir...
“Yeni Asya ekolü”nden bir yazardır... Uzun süre Vakit’te de yazıları yayınlanmış ama daha sonra yollarımız ayrılmıştı.
Mustafa Kaplan, “sivri bir kalem”dir, “sert bir muhalif”tir... Ama, benim bildiğim Mustafa Kaplan’ın “gizli-kapaklı işler”le, hele hele “terör”le hiç işi olmaz!..
Ne var ki;
22 Ocak 2010 sabahında, polisler tarafından evi basılmış, “gözaltı”na alınmış, daha sonra da tutuklanarak Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’ne gönderilmiştir!..
Peki, nedir suçu?.. “Gizli Silahlı Terör Örgütü’nün üyesi ve yöneticisi” olmak!..
Rüyamda görsem inanmam!..
AL SANA BASILMAMIŞ KİTAP!
Evet, Mustafa Kaplan, “iflâh olmaz bir muhalif”tir!.. Çok da “sert” konuşur!.. Ama, benim bildiğim Mustafa Kaplan’ın tek silâhı “kalem” ve “kelâm”dır!.. Eğer eline bir “silâh” almışsa, herhalde “askerliği” döneminde almıştır!.. Başkaca, “silâh”a el süreceğine kesinlikle ihtimal vermiyorum!..
Zaten, bu yüzdendir ki;
Hakkındaki “iddianame”de, bir tek “somut delil” yok... “Suç unsuru” olarak gösterilen bir kitabı ise, daha sonra; “Suç unsuru yoktur” denilerek kendisine teslim edilmiş!..
O halde, niye 17 aydır Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor?..
Belki “çok komik” gelecek ama; niye “17 aydır tutuklu” biliyor musunuz;
“Basılmamış bir kitap” yüzünden!..
Evet, evet;
Aynen “Ahmet Şık olayı” gibi!..
Ama, Mustafa Kaplan’ın başına gelen olay, Ahmet Şık’tan çok çok önce!..
Sizin anlayacağınız;
Ahmet Şık, “basılmamış bir kitap”tan dolayı tutuklandığında; Mustafa Kaplan “aynı suç”tan, “1 yıldır cezaevinde”ydi!..
Yani, Mustafa Kaplan tutuklandığında, Ahmet Şık’ın esamesi bile okunmuyordu!..
SEBEP “TAHŞİYE” Mİ?
Efendim, olay şu:
Mustafa Kaplan’ın, 3 arkadaşı ile birlikte kurduğu “Tahşiye” isimli bir “yayınevi” vardır... İşbu yayınevi, Risale-i Nur’ları “şerh” etmekte ve o eserlere “haşiye” yapmaktadır... Zaten, yayınevinin adı da, bu yüzden “Tahşiye”dir...
Tahşiye adlı bu yayınevi, yeni bir kitabı basma aşamasındadır... “İ’câz-ül Kur’an-1” isimli bu kitap, henüz baskıya hazır değilken, yani “redakte çalışmaları” devam ederken; polis tarafından “internet”ten indirilir ve “suç unsuru” olarak gösterilir!..
Ancak, “henüz yayınlanmamış bir kitap”tan dolayı bir yazarı suçlamanın “abes” kaçacağı düşünülmüş olmalı ki; Mustafa Kaplan’ın ifadesine göre; kendisinin yayınevi ortağı Burhan Bozgeyik’in kayınvalidesine ait olan ama boş tutulan bir “dershane-misafirhane”ye “3 adet el bombası ve mermiler” konulur!..
Ancak, bu senaryo tutmaz!..
Çünkü, 9 Mart 2011’de yapılan duruşmada, “bomba araması”nda bulunan “üç polis”in tanık olarak dinlenmesi sonucunda; “memurların çelişkili ifadeler verdiği, kamera ve gözlemci olmadan, hukuksuz arama yaptıkları, bulunan bomba ve mermilerin üzerinde sadece polislerin parmak izinin bulunduğu” tutanaklara geçer!..
Ama, buna rağmen;
Mustafa Kaplan, hâlâ içeridedir!..
Bunun, “henüz yayınlanmamış bir kitap”tan, evet “İ’câz-ül Kur’an-1”den dolayı mı, yoksa yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye” isminden dolayı mı olduğu, hâlâ meçhul!..
Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti, yoksa “Rahle”den mi rahatsız oldu, orasını bilemiyorum!..
Bildiğim şu ki;
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve Ahmet Şık için ortalığı velveleye verenlerin ağzından, bir gün olsun Mustafa Kaplan ismi çıkmadı.
Balbay, Özkan, Şener ve Şık’ın tutukluluğunun “hukuksuz” olduğunu söyleyip, bunun bir “infaz”a dönüştüğünü savunanlar, bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..
Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır” değildir!.. Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!..
Hadi, buyrun size fırsat...
Bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan da söz edin de, sizlerin “gazetecilere özgürlük” istediğinize inanayım!..
Ama, istemezsiniz!..
Çünkü siz; sadece “kendinize demokrat” ve “kendinize özgürlükçü”sünüz!..
Hadi, yanıltın beni!..
=============
SEÇİMİN ŞİFRELERİ!
Elinde başka bir “malzeme” olmayan Bay Kemal Kılıçdaroğlu; sürekli “şifre”den ve “kopya”dan söz ediyor ya; bana öyle geliyor ki, CHP’li İzmir Belediyesi’ndeki “mafya şifreleri”ni örtbas etmek istiyor...
Yani, bir nevi “cambaza bak” numaraları!..
Kendileri, madem ki bu kadar “şifre meraklısı”dır, madem ki; “Şifre varsa, kopya da vardır” demekte ısrarlıdır o halde, ben de ortalıkta dolaşan “şifre”yi aktarayım...
İşte açık çek; bu “şifre”leri istedikleri kadar kullanabilirler, istedikleri kadar “kopya” çekebilirler!..
Şifre şu: 6-12-24-48.
Bu rakamlar, “sandık şifreleri”dir!..
Hani, 12 Haziran’da “seçim” yapılacak, aynı gün “sandık”lar açılacak ya; “seçimin şifreleri”ni elegeçirdim ve işte şimdiden ilân ediyorum:
BDP: Yüzde 6, MHP: Yüzde 12, CHP: 24, AK Parti: Yüzde 48
Madem, her taşın altında “şifre” arıyorlar, al sana “sandık şifresi!”
Gördüğünüz gibi; rakamları “küçükten büyüğe doğru” orantılı olarak şifrelemişler... Yine gördüğünüz gibi, 90 çıkıyor... Diğer partilere insafsızlık etmemek için, 10 puan da onlara vermişler!..
Bay Kılıçdaroğlu, miting meydanlarında; “Atılacak oyları da şifrelediler!” diye şimdiden bağırmaya başlayabilir!..