Yüce Bir İnanç Yeni Bir Sistem
Bu yaşadığımız seçimler, inancımızın gereği sistemin seçimlerine birer alıştırma olur inşallah.
İnsan, yalnız başına yaşaması mümkün olmayan sosyal bir varlıktır Bir toplum içinde yaşamak zorundadır. Belki bütün yaratıklar da öyledir. Her şeyin çift yaratıldığını biliyoruz. Halk arasında “yalnızlık Allah’a mahsustur” diye bir deyim vardır.
Dinin temel amaçlarından biri de toplumsal hayatı düzenlemek ve hayatı rahat ve huzurlu bir biçimde yaşanır kılmaktır. Allah’ın insanlar için ortaya koyduğu din olan İslam, toplumsal hayatı düzenleyen bir çok temel kurallar koymuştur.
Her toplum, bir yönetim ve nizamla düzene girmiştir. İslam toplumu da İslam kanunlarıyla işlerini düzenleyen toplumdur. Haliyle bu toplumun yöneticileri, bu düzeni en iyi bilen ve yaşayan alimlerden olmalıdır.
Bu toplum içinde bu kanunlara göre yaşamak, zaruret olduğu kadar ibadettir de. Böyle yaşamanın “ibadet” oluşu İslam’ın en büyük özelliklerinden biri olduğu kadar, uygulamadaki kolaylık ve katılım açısından da fevkalade önemlidir.
Hatta insanın toplum içinde kalarak gelebilecek bir kısım eza ve cefalara sabretmesi pahasına onlara hizmet etmesi, evinde veya bir başka yerde yalnız kalarak Allah (azze ve celle) a nafile ibadet etmesinden daha hayırlı, faziletli ve sevaplı sayılmıştır.
Elbette toplumu sevk ve idare edecek bir yönetime ihtiyaç vardır. Biz bu ihtiyacı ve İslam’a göre karşılanmasını “İslamda Devlet ve Siyaset” kitabımızda genişçe anlattık. İnsanların üç kişi bile olsalar hemen birini başlarına yönetici seçerek düzenli yaşamaları gereğini ve oluşturulan yönetimde görev alan insanların niteliklerini İslam açısından irdeledik. Bunların başlıcaları ilim, ehliyet ve istişaredir.
İktidar aslında insanlara hizmet için vardır. İslam toplumunu idare edenler, bir yerde peygamber makamını işgal etmektedirler. İnsanoğlunun Peygamberlikten sonra ulaşabileceği en şerefli makam, hilafettir. İşlerini kanunlara uygun olarak yürüten başkan ve memurlarının ne kadar faziletli olduklarını, Allah (azze ve celle) katındaki derece ve sevaplarını, dolayısıyla bu faziletli insanlara itaat ile işlerinin kolaylaştırılması gereğini kitabımızın başında açıkladık.
İslam’da en temel kural, idarecinin halkın özgür seçimiyle iş başına gelmesidir. Ondan sonra gelen görevler için de kısaca “liyakat” dediğimiz bilgi, beceri ve adalet gibi esaslar çerçevesinde devlet başkanınca seçilir.
Halka hizmetin ne kadar faziletli ve ne denli mesuliyetli bir iş olduğuna değindik. Burada kişinin devlet memurluğuna talip olması hoş karşılanmamış, hırs gösteren mahrum edilmiştir.
Yönetici olmayı çok isteyen kimseler, genellikle dünya zevklerine aşırı derecede düşkün ihtiras sahipleridir. Bu ihtirasın bir çok zulümlere sebep olduğu tarihin şehadetiyle sabittir. Doğrusu insanların ağır bir emanet olan idarecilik ve memuriyetten kaçınmaları kendi selametleri açısından elzemdir. Dünyada düşülen horluk ve hakirlikle beraber ahirette cennetin kokusunu bile alamama tehlikesi vardır.
Burada bir istisna söz konusu edilmiştir. O da Hz Yusuf ve İmam Ebu Yusuf örneklerinde gördüğümüz gibi, iktidar küfürde veya ehli olmayanda olsa bile ehil olan kimsenin görev almak için kendini yönetime arzetmesi veya yapabileceği bir görev verildiğinde reddetmemesidir.
Onun için diyoruz ki: “Bu yaşadığımız seçimler, inancımızın gereği sistemin seçimlerine birer alıştırma olur inşallah.”
Bizim derdimiz İslam.