Biraz Myanmar, biraz Türkiye... Al sana faşizm!
Dünyanın gündeminde; eski adı Burma, yeni adı Myanmar olan ülkede meydana gelen "kasırga" ve "çin'deki deprem" ile "ABD'nin başkan adayı kim olacak?" konuları var... Türkiye'nin gündeminde ise AK Parti hakkında açılan "kapatma dâvâsı" ve "Tuncayım özkanım'ın kanalı"nın satışı var.. Bu gündem maddelerinin her biri, ayrı bir yazı konusu... Meselâ, "ABD derin devleti"nin Barack H.Obama gibi "zenci bir başkan adayı"na geçit verip vermeyeceği üzerine uzun uzun yazılar yazıp; "ABD derin devleti Hillary Clinton başkan adayı olamazsa, Cumhuriyetçi aday olan McCain'i destekler ve onu başkan seçtirir!.. Ama asla Barack H.Obama'yı seçtirmez" demek mümkün...
Ama dedim ya; ben, bugün her biri ayrı bir yazı konusu olan bu gündem maddelerinden, sadece "Burma'daki felâket"i ele almak istedim... çünkü, Burma'da felâkete yol açan kasırga ile, Türkiye'de AK Parti'nin kapatılması için açılan dâvâ arasında, "organik" ve "doğrudan" bir bağ olmasa da, "siyasî bir bağ" var!
KASIRGA DARBESİ... YARGI DARBESİ!
Biliyorum, birçok insan; "Hoppalaaa... Bu da nereden çıktı?.. Myanmar nire, Türkiye nire?.. Kasırga ile kapatma dâvâsının ne ilgisi olabilir?" diye soracak!..
Sormakta da haklılar... Ama, gelin; "ülke"lere ve ülkeye hakim olan "zihniyet"e bir bakalım, ondan sonra da görelim; "bağ" var mıymış, yok muymuş?..
önce, Myanmar hakkında kısa bir bilgi:
Yüzölçümü 678 bin 500 kilometrekare... Nüfusu 52 milyon... Etnik grup sayısı 135 civarında... ülkenin yüzde 90'ı Budist... Ortalama ömür 55-56 yıl... Kişi başına düşen milli gelir, 1.500 Dolar civarında!
Basın özgürlüğünden söz edilemeyen Myanmar'da "sanat"la ilgili "tabu"lar almış başını gidiyor...
Meselâ Myanmarlı ressamlar "güneşi batarken" resmedemiyorlar... çünkü böyle bir resim, cunta tarafından "askerî rejimin düşüşü" olarak görülüyor!..
Ayrıca bazı renkleri kullanamıyorlar.
Mesela siyah renk... Ordu, bu renkten nefret ediyor.
ülkede cep telefonu kullanılmıyor... Gelir dağılımı adaletsiz; bütçenin yüzde 40'ına ordu el koymuş durumda... Yaklaşık yarım milyon AİDS hastasının barındığı ülkede sağlık hizmetlerine ayrılabilen pay ise yalnızca binde 4 civarında!..
Malûm, Myanmar'ı dünya gündemine sokan olaylardan ilki, "akaryakıta yapılan yüzde 100'lük zam"dan sonra halkın "ayaklanma"sıydı...
İkincisi de, "Nergis kasırgası"ydı!..
2-3 Mayıs tarihlerinde ülkeyi vuran şiddetli kasırganın "60 binden fazla kişinin ölmesine veya kaybolmasına" yol açtığı biliniyor!..
Olabilir... Her ülke, bu tür "felâket"lerle karşılaşabilir!.. Kimi "sel" altında kalır, kimini "deprem" yıkar, kimi de "yangın"larla kavrulur!.. Bunların hepsi olabilir!..
Ama, her ülke "kendi yaralarını sarmaya" çalışırken bir yandan da "dünyadan yardım" ister değil mi?..
Tabiî, Myanmar'daki Askerî Cunta hariç!..
1989'dan beri ülkenin üstüne bir kara bulut gibi çöken "Askerî Cunta"nın direnişini duymuş olmalısınız!..
Askerî Cunta, "uluslararası yardım kuruluşları"nın ülkeye girişine izin vermiyor... Gönderilen "gıda"ları da halka dağıtmıyor!.. Dahasını da yaptılar, "yardım vaadi"nde bulunan ülkeleri ve kuruluşları "Myanmar'ın iç işlerine müdahale" etmekle suçladılar!..
Bununla da yetinmediler;
Su basan ve yardım ulaştırılamayan bölgelerde "biriken sularda yüzen binlerce ceset"le meşgul olmak yerine, ülkedeki felâket karşısında "duyarsız" kalmalarını dünyaya şikâyet eden "gazeteciler"in peşine düştüler!..
Sizin anlayacağınız;
Myanmar halkı "açlığın pençesinde" kıvranırken, ülkede görev yapan "yabancı gazeteciler" de, köşe-bucak kaçıp, canlarını kurtarmaya çalıştılar!.
"Askerî Cunta"ya göre; "gazeteciler"in tek suçu(!) "Myanmar'ın iç işlerine müdahale etmek" ve ayrıca "Myanmar'ı dünyanın gözünde küçük düşürmek"...
Oysa, askeri cunta işinin başında(!) ve gereken neyse, onu yapıyor(!)...
Ve ayrıca, cunta lideri General Tham Shwe neyi uygun görmüşse, doğru olan odur!..
öyle ya;
"ülke"nin durumunu, ülkenin tek hakimi olan "general"lerden daha iyi kim bilebilir ki?!?..
HA CUNTA, HA LAİKçİ FAŞİSTLER!
Myanmar'ın durumunu, sanıyorum yeterince anlattım... Şimdi de gelin, "Myanmar-Türkiye benzerliği"ne bir göz atalım...
Malûm, Myanmar, bir "kasırga darbesi" ile karşı karşıya... Türkiye ise, bir "yargı darbesi" yaşıyor!..
Myanmar'da "Generaller ne derse o!" oluyor... Orada da; "Küçük olsun, benim olsun" mantalitesi hakim!.. Türkiye'de de; "çoğunluk olan Türk halkı"nın dediği değil, "azınlık" olan "laikçi faşistler"in dediği oluyor!..
Bu "laikçi faşist"lerden birinin sarfettiği "Bizim için üniversitelerde bilimsel başarı değil, laiklik önemli" sözü, hâlâ hatırlardadır!..
İşte bu söz, yani "laik"liğin "fetişizm" derecesinde böylesine kutsanması, bir "zihniyet"i ortaya koymaktadır... O zihniyet için, "laiklik" dışında hiçbir şeyin önemi yoktur!.. "Ekonomi"ymiş, "kalkınma"ymış, "huzur" ve "istikrar"mış, hiç önemi yok!.. Varsa-yoksa laiklik!..
Alın işte; daha geçenlerde "AK Parti'nin kapatılması dâvâsı aleyhinde" konuştular diye "ABD ve AB temsilcileri"ne demediklerini koymadılar!.. Onların "demokrasi" hatırlatmaları, "Türkiye"nin iç işlerine müdahale" olarak yorumlanıp, "tu kaka" ilân edildiler!..
Sorarım size;
Myanmar'daki "askerî cunta" ile Türkiye'deki "laikçi faşistler" arasında "zihniyet" olarak ne fark var?..
Her iki zihniyet de, ülkelerine yapılan eleştiriyi "iç işlerine müdahale" olarak görüyor değil mi?..
Evet, "burunlarından kıl aldırmıyor"lar!..
KöKSAL TOPTAN'IN TEMENNİSİ!
Toprakları "kasırga felâketi" ve "demokrasi felâketi"ne maruz kalan Myanmar ve Türkiye arasındaki benzerlikleri sıraladığımıza göre; şimdi de gelelim; “bu işin sonu ne olur?” sorusunun cevabına...
Dün, TBMM Başkanı sayın Köksal Toptan, gazetecilerin soruları üzerine bir “temenni”sini dile getirip, demiş ki:
¥ “Anayasa Mahkemesi’nde şu anda görülen parti kapatma davalarıyla ilgili olarak, Anayasa Mahkememiz, klasik olarak bilinen, açılan davanın kabulü veya reddi yönünde karar vermek yerine, dava açılmasını değerlendiren ama istikrarın bozulmasına da engel olacak, herkesin düşünüp, tartışıp, kendi eksikliklerini bulacağı, yol ve yön gösterici bir içtihat ortaya koyabilir. Bunu, Türk hukukçuları, siyaset bilimcileri düşünsün diye ortaya atıyorum. Elbette, Anayasa Mahkememiz, ülkenin yararına en doğru, güzel kararı verecektir.”
¥ “Temennim, Anayasa Mahkemesi’nin günlük siyasetin üstüne çıkmak suretiyle, dava açmayı gerekli kılan olayları da değerlendirmek suretiyle ama istikrarı da gözetmek suretiyle, herkesin bir 'oh' diyebileceği, kendi endişelerinin giderildiğinin hissedebileceği bir Anayasa Mahkemesi içtihadı ortaya çıkabilir.”
GöZLER TAYYİP ERDOĞAN’DA
Peki, bu “temenni”ye Anayasa Mahkemesi’nin cevabı ne olur?.. Gerçekten de herkese “oh” dedirtecek bir karar verirler mi?.. Verecekleri kararda, “ülkenin huzurunu, istikrarını, yararını” düşünürler mi?..
Bu konuda, azıcık olsun “hassasiyet” gösterirler mi?..
“Hassasiyet” dedim de, aklıma geldi...
Bildiğim kadarıyla;
Başbakan sayın Erdoğan, “AK Parti milletvekilleri ile yaptığı istişareleri” tamamladı... Partinin izleyeceği “strateji” ile ilgili bugün bir açıklama yapacak!..
Yine bildiğim kadarıyla;
Milletvekillerinin, “Parti kapatmayı zorlaştıracak Anayasa değişikliği yapalım” teklifine Tayyip Bey, “daha fazla gerilim olmasın” diye karşı çıkıyor!..
Peki, ülkeyi geren AK Parti midir ki, Tayyip Bey; “daha fazla gerilim olmasın” diyerek, bir anlamda geri adım atmaktadır?..
ülkeyi gerenler de belli, ortalığı velveleye verenler de!..
Bu durumda, AK Parti’ye düşen görev, “gereğini yapmak” olmalı değil miydi?..
Ama, “Hayır” diyor Tayyip Bey;
“Biz gerilimin tarafı olmayacağız!”
Bu hassasiyet, elbette çok güzel... Ancak, şu da var ki; “gerilimin tarafı” olmamak, “felâketin tarafında” olmayı engelleyemiyor!..
Alın Myanmar’ı, vurun Türkiye’ye...
Myanmar’da nüfusun yüzde 90’ı Budist, Türkiye’de ise halkın yüzde 99’u Müslüman!..
Yani, halklar “dindar!”
Gelin görün ki;
Myanmar’ın dindar halkı, bir “azınlık” olan “Askerî Cunta” tarafından yönetilirken, Türkiye’de “Laikçi Faşistler” ne derse o oluyor!..
Her iki halk da “gerilimin tarafında” değil!.. Ama; “felâketin içinde”ler ve büyük “acı” yaşıyorlar!..
Ne dersiniz;
Myanmar demek,
Biraz da Türkiye demek değil miymiş?!?
Ver parayı, sustur!
Bilirsiniz; "Yavuz hırsız, ev sahibini bastırırmış" diye bir söz vardır!.. "Ulusalcı" Kanaltürk'ü, "muhafazâkar" bir patrona satan Tuncayım özkanım da; kendisini "ideolojisini satmakla" suçlayan İsmet Berkan gibilere meydan okuyup, demiş ki; "Biz kaç lirayız değil, bizim namusumuz satılık değil. Sen hiçbirşey satın alamazsın alçak. Kaç paraysa maaşın söyle bana, ben sana göndereyim. çok param var bugün. Sattım Kanaltürk'ü, çok param var artık."
Bu açık "meydan okuma"nın, tersini de düşünmek ve Tuncayım özkanım'a "aynı mantıkla" şu soruyu sormak mümkün: "çok parası olmak"la eğer "kişiler satın alınabiliyor" ise, sen de "çok fazla parası" olan iş adamı Akın İpek tarafından satın mı alındın?!?..
öyle ya; bu işlerde "Ver parayı, sustur" kuralı geçerliyse, iş adamı Akın İpek de verdi parayı ve seni susturdu mu Tuncayım özkanım?..
Hadi cevap ver... Sen kaç milyon dolara sustun aslanım!