İmajın Dış Politikaya Etkisi ve Türkiye:
Bilişim çağı koşullarının ilk aşamasına rastlamış olan postmodern global sistemde, milletlerarası ilişkilerin şekillenmesine etki eden faktör, aktör ve stratejiler gerçek anlamda değişikliğe uğramıştır. Ağır sanayi çağından bilişim çağına geçişle birlikte, diğer alanlarda olduğu gibi, dış politika alanının dinamiklerinde de şaşırtıcı değişimsel dönüşümlerin yaşandığı gerçeğinden hareket edersek; dış politika uygulamalarının öncelik sıralamasında en üst dereceye çıkmış olan hususlara daha fazla ağırlık verilmesini esas olan yönelimlerin tercih edilmesinin kaçınılmaz hale geldiğini rahatlıkla iddia edebiliriz. Çünkü bilişim çağı; rafine hale getirilmiş olan eldeki bilgi miktarının çokluğu ile bu bilginin en rasyonel bir biçimde “karşılaşılan meselelerde kullanılma” oranına göre ilgililerin konumunu değiştirerek sınıflarının daha da yükselmesine katkıda bulunmaktadır.
Kuşkusuz, dış politika alanında ulaşılmaya çalışılan amaçlar uğruna “devreye girdirilen politikaların başarılı bir biçimde uygulanabilmesi için” kullanılan faktör, aktör ve stratejilerin kendi aralarında yaşanan altüst oluşlar sebebiyle ileri çıkan çok sayıda farklı konu ve kavram olmuştur; ama bizim, burada özellikle üzerinde durmak istediğimiz husus “imaj oluşturma” çalışmasıdır. Açıkçası, iç ve dış politikada farklı metot, araç, faktör, strateji ve taktikleri deneyerek, yeni uluslar arası sistemde şaşırtıcı bir şekilde çıkış yapan ülkelerin kullandığı çok sayıda yeni konu ve kavram olmakla birlikte, “imaj oluşturma” çalışması oldukça ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Hakikaten, mesela; “postmodern küresel sistemin tek küresel aktörü” konumundaki ABD’nin yıpranma, sarsılma ve hatta dağılma sürecine girmiş olmasının arkasında yatan en ciddi nedenlerden birisi “dünya kamuoyu nazarında sahip olduğu imajındaki yıpranmadır” denebilir.
Dünyanın tek süpergücü ABD; sahip olduğu bütün üstünlüklere dayanarak hallaç pamuğuna çevirdiği Afganistan ve Irak devletlerini hegemonyası altına almanın sevincini yaşama yerine, giriştiği “haksız ve insafsız işgal” sebebiyle dağılma sürecine girmiş olmanın korkularını yaşıyorsa, demek ki, içinde bulunduğumuz bilişim çağının koşulları ne ağır sanayi çağının ve nede daha önceki diğer çağların koşullarına benziyordur. Benzer bir durum Türkiye için de geçerlidir. Gerçekten, soğuk savaş sonrası dönemde (1991-2006), Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Batılılar nezdinde hedef tahtasına İslâm dünyasının oturtulmasından da esinlenilerek “Türkiye’nin dağılacağı ya da bölgesel aktör olacağı” tarzında değişik senaryolar sıklıkla dillendirilirken; 2007 yılının sonlarından itibaren, Türkiye’ye biçilen yeni rol “küresel aktörlük” seviyesine çıkarılmaya başlanmıştır. İşte, hem ABD gibi süpergücü, gücünün zirvesinde bulunduğu bir dönemde başarısızlığa mahkûm eden ve hem de Türkiye gibi “bölgesel aktör adayı” gösterilirken, birden bire dağılma senaryolarına konu edilmeye başlanan bir ülkeyi “küresel aktör adaylığına” taşıyan temel gelişme “imaj” meselesi ve dolayısıyla bilişim çağı koşullarıdır denebilir.
Bu noktadan hareketle, üç buçuk asırdan beri sürekli kuşatma altında tutulan ve hatta gün be gün yontularak neredeyse yirmi beşte bir (1/25) seviyesine düşecek kadar küçültülen Türkiye’nin, daha da küçültme hamlelerine karşı kullanabileceği en önemli araçlardan birisi “imaj oluşturma” çalışmasıdır. Türkiye, bir taraftan Sovyetler Birliği ile Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da bir düzine kardeş ülkeye kavuşurken (1991), diğer taraftan ise, 11 Eylül süreciyle birlikte (2001) Batılıların hedefi haline gelen İslam ülkelerinin “önder ya da lider” arayışının odağına oturtulmuş olmanın ayrıcalıklı pozisyonuna ulaşmıştır. Şayet ciddi bir imaj oluşturma (image maker) çalışması yapılabilirse, bu zamana kadar yapmacık davranışlarla Türkiye’yi yanlarında tutmaya çalışan ABD-İsrail-AB mihveri, “içine düşmüş oldukları açmaz ve çıkmazlardan kurtulmak için” mecburen Türkiye’nin beklentilerine uygun davranma noktasına geleceklerdir.
Aslında, Başbakanımız Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım 2007 tarihinde ABD’de yaptığı zirve görüşmeden sonra “terör örgütü PKK’ya destek veren Mihver ülkeleri ile yandaşlarının davranışlarında yaşanan sürpriz değişiklikler” dikkate alındığında, yapılacak ciddi çıkışların çok büyük kazanımlara vesile olacağı rahatlıkla görülecektir. Açıkça ifade etmek istiyorum ki; karizmatik lider imajı oluşturan Sayın Erdoğan ile kucaklayıcı devlet başkanı imajı oluşturan Sayın Gül’ün dayanışma içerisinde hareket ederek “iç ve dış politikada imaj oluşturma” aracını çok iyi bir şekilde kullanabilirlerse, Türkiye’nin dünya sistemindeki konumu hızlı bir şekilde daha da yükselecektir. Öyle ise, PKK terörü bitirilse bile, daha uzunca bir süre “mikro milliyetçilik” ve “Osmanlı düşmanlığı” imtihanlarına maruz bırakılacak olan Türkiye; sahip olduğu ayrıcalıklı konuma tahammül edemeyen dış odakların hilelerini boşa çıkarmak ve “Yeni Osmanlıcılık Hareketi” tarzı çıkışlarıyla, etkisini bütün İslâm dünyasına yaymanın gereğini yapmaya kilitlenmelidir diyorum. Pek tabii olarak, “imaj oluşturma” çalışması yapılırken; bilişim çağının sunduğu bütün imkânlardan en azami derecede istifade ederek, “kamu ve özel sektör” kesimlerimizin küresel piyasalardaki rekabette hak ettikleri yere gelebilmeleri için bütün imkânları seferber etmeyi de ihmal etmemek gerekmektedir.