Topuk sesi
Siyasî partiler, seçim meydanlarında vaadlerini sıralıyorlar. Ekonomik vaadlerin dışında en dikkat çekici vaad, 12 Haziran seçimleri sonrasında yeni ve sivil bir anayasanın yapılacağı yönündeki taahhütlerdir. Her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi, inşâallah hazırlanması beklenen yeni anayasa, değiştirilmesi beklenen “12 Eyül darbe anayasası”nı aratmaz!
Elbette hiç kimse “daha kötü bir anayasa” yapmak istemez, ama cesaretini kaybedenlerin hazırlayacağı muhtemel bir anayasanın daha kötü olma ihtimali de vardır. Bu sebeple dikkatli olmak, hazırlıkları yakından takip etmek ve bu çalışmaları mümkün olduğu kadar milletle birlikte yapmak lâzım.
Bu tartışmalar devam ederken, Türkiye’nin sosyal yapısının değiştiği de bir vakıa. En çok merak edilen konulardan biri de Türkiye’de yaşayanların daha fazla dindarlaşıp dindarlaşmadığı. Bu sorunun cevabı da nereden bakıldığına göre değişebilir. ‘Dindarlar’ın görünürlüğü arttı, ama bu yapı muhtemel ‘fırtınalar’a ne kadar dayanıklı?
Meselâ, tesettürü tercih edenler nisbî olarak arttı, ama aynı ölçüde tesettürün dejenere edildiği, bozulmaya, ‘moda’ hâline getirilmeye çalışıldığı da belli.
“Pasif Devrim / İslamî Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi” kitabının yazarı, genç sosyolog Doç. Dr. Cihan Tuğal’ın bu noktadaki değerlendirmeleri dikkat çekici. Berkeley Üniversitesi öğretim üyesi Tuğal, bir röportajında şöyle demiş:
“Dindarlık meşrulaştı fakat artmadı. Eskiden elit kesim, dindar insanları ucube gibi görürdü. Cuma namazına gidenleri tuhaf karşılardı. Şimdi bu bitti, dindarlık o anlamda meşrulaştı. Umreye gitme, İslamileşmedir mesela. Seküler denilen elitten bir sürü insan umreye gitti. Kısacası bazı alanlarda İslamileşme yaşandı, bazı alanlarda ise yaşanmadı. Meselâ kadın erkek ilişkisinde moment ters yönde oldu ve eski İslâmî anlayıştan uzaklaşıldı. Özellikle dindarların yaşamında, kadın açısından olabildiğince bir serbestleşme yaşanıyor. Kadın hayata katılıyor ve kadının sadece kıyafeti değişmiyor, vücut dili, yürüyüş biçimi de değişiyor. Daha rahat davranışlar, görünüş ön plana çıkıyor. (...)
“Mesela hadiste, en çok vurgulanan şey, kapanmanın kendisinden çok kadının kendisini belli etmemesidir. Yani kadınlar öyle yürümeliler ki, topuk sesi duyulmamalı. Şu anda başörtülü kadınlar bile kendilerini çok belli ederek yürüyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de sekülerleşme ve İslamileşme çok iç içe geçmiş durumda. Bir işarete bakıp da Türkiye sekülerleşiyor ya da İslamileşiyor diyemeyiz. İkisi de oluyor. Mesela kadın erkek ilişkisinde sekülerleşiyor.” (Neşe Düzel’in röportajı, 23 Mayıs 2011)
Dünyevîleşme tehlikesi çok önemli, ama nedense bu konu ilahiyatçılarımızı bile yeteri kadar ilgilendirmiyor. “Topuk sesi” gibi, “Ben buradayım!” diyen kıyafetlerin de ne ölçüde tesettüre uygun olduğu tartışılmalı değil midir? Bu tehlike hepimizi çok yakından ilgilendirmiyor mu? Bunları, halledilmesi gereken meseleler olarak görmeyip sadece ekonomik vaadlerle ilgilenmek bize ne kazandırır?
Türkiye’de müsbet yönde bir değişim ve gelişme var, ama bu gelişmelerin tehlikeli mecralara sapma ihtimali de var. Türkiye’yi idare edenler bu konuları ‘mesele’ olarak görmüyorsa bile, sivil toplum kuruluşları, cemaatler ve ilahiyatçılar ‘dert’ olarak görmeli. Görmeli ve cemiyeti aydınlatmalıdır. Aksi halde ‘topuk sesleri’ arasında çözüm teklifleri kaynayıp gider...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.