Myanmar cuntacıları ile CHP'nin ne farkı var?
önceki hafta Myanmar'ı vuran kasırgada on binlerce insan öldü, milyonlarca insan aç, susuz ve evsiz kaldı. ülke tam bir felaket yaşadı ve hâlâ yaşıyor. Peki, 'bağımsızlıkçı' askerî yönetim ne yaptı? Kendi halkına yardım edemediği gibi dış dünyadan gelen yardımları ve yardım ekiplerini de ülkeye sokmadı.
Bu bana, 1999 depremini hatırlattı; hani, bir 'devlet anlayışı'nın enkazın en altında kaldığı Adapazarı, Düzce depremini. Orada da milletin yardımına koşamayan devletlular, yardıma koşan gönüllü sivil toplum kuruluşlarının millete el uzatmasını engellemişti. Hâlâ 28 Şubat darbesinin izinde, yüz binlerin acılarına ortak olanlar, yardımına koşanlar arasında 'irticacı' dernekler, vakıflar aramışlardı utanmadan, kendi 'devlet'liklerini yapmaya çalışmadan.
14 Mart'ta siyasal bir depremi tetikleyenler ve birilerinin bu depremin enkazında kalmasından medet umanlar, mağdurlara her türlü yardımın ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar yine. Demokrasi katledilirken, milli irade hiç sayılırken milletin sessiz kalmasını istiyorlar, dünyanın da seyirci... Depremden nemalanmak isteyen CHP, 'demokrasiyi kurtaralım, hukuk devleti zarar görmesin, milli iradeye dokunulmasın' diyenlere söylenmedik söz bırakmadı. 1999'dan beri Türk hükümetlerinin hazırladıkları 'Ulusal Program'lar çerçevesinde iyileştirilmeye çalışılan demokrasiye işaret eden AB yetkililerini 'iç işlerimize karışmayın' çağrılarıyla sindirmeye çalışıyor CHP.
Oysa AB, Venedik kriterlerine uymayan bir kapatma kararının AB standartlarında bir demokrasi ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayacağını ifade ediyorlar. Doğru değil mi? Doğru olmasına doğru da, bu kimin uğrunda? 'Şu AB kriterleri de nereden çıktı' deyip duran CHP ve onun bürokratik ve sivil uzantılarının umrunda olmadığı kesin...
CHP liderliğindeki ulusalcı cephe tutturmuş bir laf: 'iç işlerimize karışmasınlar'. Dertleri belli, içeride milleti tokatlarken Batı dünyası artık arkalarında değil ya, bu yüzden 'karışmasınlar' havasındalar. Kimse karışmasın ki millete istediklerini yapabilsinler.
Ama artık bu işler zor. 'Egemen ulusal iktidarlar' kendi halklarına bile artık diledikleri gibi zulmetme 'hakkı'na sahip değiller, Myanmar'da cunta yönetimi dahil... 19. yüzyıl usulü bir 'iç işlerine karışmama ilkesi' yok bugün.
Ulus ötesi örgütler, ekonomik ilişkiler, toplumsal ağlar ve teknolojik araçlar dünyayı öylesine küçülttü ki. Küçültmekle de kalmadı, toplumları 'iç içe geçmiş' entegre yapılara dönüştürdü. ülkelerin birbirinden bağımsız 'atom'lar halinde yaşadığı bir dünya değiliz artık.
Ama bizim ulusalcılar dünyanın ve tarihin tersine gitmeye kararlılar... üstelik söylemleri hiç de inandırıcı değil. 'Milli egemenlik' deyip dünyanın olup bitenlere sessiz kalmasını, seyirci kalmasını istiyorlar. İyi de yabancılardan korudukları, kıskandıkları bu 'milli egemenliği' 'millet'e vermeye neden yanaşmıyorlar bir türlü? Bütün hamleleri milli iradeyi sınırlandırmaya yönelik?
Konu aslında başka; 'ulusalcılar' için elden gitmekte olan 'milli egemenlik' değil, biliyorlar bunu; kendi egemenlikleri, devletçi seçkinlerin egemenliği. Farkındalar, 'çağdaş dünya' ile bütünleşen bir Türkiye'nin daha fazla demokrasiye, daha fazla hukuk devletine dönüştüğünün; farkındalar, böylece egemenliğin hakikaten devlet seçkinlerinden 'millet'e geçtiğinin, devletin egemenlik hakkı adına devletçi seçkinlerin dokunulmazlığından yurttaş haklarına, insan haklarına ulaşıldığının... İşte bu yüzden 'karışmayın işlerimize, halkımızı istediğimiz gibi tepeleyelim' diyorlar.
Ama bu mümkün değil; Türkiye dışa kapanmadıkça, 'muhafazakar çevre' demokrat, çoğulcu, özgürlükçü ve dünyalı çizgisinde durduğu sürece 'ulusalcı otokrasi' bu ülkeye bir daha dönemeyecek.