Centilmenliğin şartları arasında vicdan da var mı?

Centilmenliğin şartları arasında vicdan da var mı?

Dünkü yazıda, AK Parti karşıtı geniş koalisyonu (CHP+MHP+BDP+ Solcular) yürüten operatörler arasında, Süleyman Demirel'den başka, Vehbi Koç'un damadı, işadamı, yönetici İnan Kıraç'tan da söz etmiş ama üzerinde durmamıştım. Gelin biraz daha yakından bakalım...
İnan Bey, eşi Suna (Koç) Kıraç ile topluma önemli katkılarda bulunan bir insan.
Geçenlerde çiftin Beyoğlu Tepebaşı'nda kurdukları Pera Müzesi'nde ressam İhsan Cemal Karaburçak (1897-1970) sergisini gezdik. Kıraç ailesine şükran duyarak ayrıldık müzeden. Ancak hayat tek boyutlu değil. Sanatsever İnan Kıraç, siyasi konularda, "şükran duyulması zor bir insan" olarak karşımıza çıkıyor.
***
Malum kaset öncesinde CHP Başkanı Deniz Baykal'a giderek, partiden ekarte edilecekler listesi vermesini kastetmiyorum.
Arena stadının açılışında Başbakan Erdoğan'ın yuhalanmasını onun organize ettiği söylenmişti. Gerçek mi? Bilmiyorum.
Onun istemediği bir Başkan, Galatasaray'da barınamazmış... Bir Fenerbahçeli olarak o konuya girmeyeyim.
Zora düşen Cumhuriyet gazetesini kurtaran işadamları grubunun, onun tarafından organize edildiği medyada yazıldı. Düpedüz gerici ideolojisine rağmen Cumhuriyet, gazeteciler için ekmek kapısıdır. "Kurtarmasaydı" diyemem...
***
Ama bir nokta var ki işte tam orada iş değişiyor:
Gazeteci Çetin Emeç'in 7 Mart 1990'da suikasta kurban gitmesinde sonra hep susan eşi Bilge Emeç, 20 yıl sonra konuştuğunda şöyle demişti:
"Yakalanan katilin gerçek olduğunu düşünmüyorum. Tetikçiyi yakaladılar güya. O çocuk cezaevinde evlendirildi. Hrant'ınki de (Dink) aynı oldu ya... Evlendi. Nasıl oluyor anlamıyorum. Gerisinde kim var bu işlerin, hâlâ çözülmedi. Çözülse de ne olacak ki artık onu da bilmiyorum gerçi. Sürekli dinle ilgili tehdit aldığımız için hep 'İran' dedik, 'Dinciler' dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden devletime hiç kızmadım ben. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim. O yüzden hep İran demek işime geldi sanırım. İran'ın yaptığına inanmak istedim." (Sanem Altan'ın mülakatı, Vatan, 14 Şubat 2010)
***
Bu mülakat yayınlandığında İnan Kıraç'ın ne yaptığını ise Sanem Altan'ın dünkü yazısından okuyalım:
"Ertesi gün Bilge Hanım'dan ağlamaklı bir sesle bir telefon aldım, 'Lütfen dediklerimi demediğimi söyleyelim, biliyorum dedim ama demedi deyin... Çok kızdılar bana' diyordu.
'Bunu yapamayız Bilge Hanım, bunları kasete de söylediniz, kim kızdı size, ne oldu?' dediğimde şu yanıtı aldım: 'İnan Kıraç bizim aile dostumuz, Çetin'den sonra o bize kol kanat gerdi, çocuklarım onlarla büyüdü. O kızdı bana. 'Bunu söylemen çok yanlış, bana nasıl sormazsın röportaj yapmadan önce' dedi, çok kötü oldu, çok..."
Şaşıran Sanem Altan, İnan Kıraç'ı arıyor:
"Tabii ki kızdım, bitmiş kapanmış bir konuyu açmaya gerek yok" diyor İnan Bey...
"Ama bu cinayet aydınlatılmadı, kimler yaptı bunu bilmek istemez misiniz" diye üsteliyor Altan.
"Biliyorum kim yaptı, şu anda da içerde, suçlular yakalandı, konuyu boşuna açmaya gerek yok" diyor İnan Kıraç. (Hanefi Avcı aynısını Hrant Dink vakası için söylemişti.)
***
Çok ilginç bir ruh hali: Sanatı sev; insanı sevmesen de olur. Geçmişin değerlerini koru; bugünün hakikatlerini ise çöpe atabilirsin.
Aklıma düşüverdi: Centilmenliğin şartları arasında vicdan da var mıydı?
Not: Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın kuruluş amaçları sayılırken, "Türk toplumuna yararlı ve yurtsever vatandaşlar yetiştirilmesi için..." denmiş. Yurdunu sevmenin çeşitleri ne çok değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi