Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

İsrail efsanesi çöküyor

İsrail efsanesi çöküyor

Hasan Bülent Kahraman bir yazısında İsrail için ‘60 yıllık mucize’ tabirini kullanmıştı. Gerçekten de hayat mucizesiz olmaz. Gayri meşru bile olsa İsrail’in temelinde de cehdu gayret var ve bu gayret onları bugünlere getirdi. Burasına kadar tamam. Lâkin 60. yılında İsrail’de bir şeyler tersine gidiyor. Kutlamanın kendisinde bile bir matem var. Bush’un sonuna kadar sahip çıktığı ve sahiplendiği Olmert, yargı kovuşturmasıyla karşı karşıya. Konu, yine yolsuzluk ve rüşvet... Hilâfsız İsrail’de son 5 başbakan arasında neredeyse kovuşturmaya tabi olmayan bir isim yok gibi. Olmert soruşturma açılması hâlinde istifa tehdidinde bulundu. Olmert’in başı belâdan kurtulmuyor. 2006 yılında Hizbullah karşısında varlık gösterememesinden dolayı kariyerini zor kurtardı, ama ondan kurtulsa da başka bir sürecin pençesi altında. Gösterse gösterse bu İsrail’in çürümesini gösterir. Gerçi Şimon Peres İsrail’in kuruluşunun (ki, Natura Carta gibi cemaatlar bu İsrail’e suyuna tirid misali sahte İsrail diyorlar) 60. yıldönümüyle alâkalı olarak Newsweek dergisine konuşmasında ‘Skandallar demokrasilere özgüdür. Diktatörlüklerde ve otoriter yönetimlerde skandallar olmaz’ dese de bugün İtalyan veya Fransız demokrasisinin pek de iç açıcı bir noktada olduğunu söyleyemeyiz. Peres, Harry Truman’dan itibaren bütün Amerikan başkanlarını şahsen tanıdığını söylüyor ama içlerinde en etkilendiği şahsiyet Bush imiş. Bilvekale Saddam’ı devirmiş. öyle ama sallantıda olan sadece İsrail değil ki, İsrail dostlarını da kendisiyle birlikte bilinmez rotalara ve bataklıklara sürüklüyor. Belki de Irak işgali ABD için sonun başlangıcını teşkil ediyor. Dolayısıyla Peres gibi liderler çılgınlıklarından ne dediklerini de pek bilmiyorlar. Kaş yapayım derken göz çıkartıyorlar.

Bunun temel nedeni nedir? Albert Einstein’in küfrettiği üstünlük kompleksi. Bu üstünlük kompleksi İsrail’li liderlere bir tür nobranlık telkin ediyor. Onları çekilmez kılıyor. Zaten Hitler’in başını yiyen de bu üstünlük efsanesi değil miydi? O Arî ırkı için üstünlük taslarken ve bunu fiilî olarak tahkike çalışırken Alman milletini beladan belaya sokmuştu. Yahudiler de Beni İsrail’i ‘mutlak bir seçilmiş millet’ gördükleri için geçimsiz ve huysuz olmuşlardır.

İsmen veya ırken değil sıfat olarak seçilmişlerdi ve bu sıfatlarını kaybettiklerinde ve üstünlüklerini isim üzerine idame ettirmek istediklerinde de asırlar boyunca alçak sürünmeye maruz kaldılar. Belirli ve muayyen dönemlerde seçilmişliklerini Kur’ân-ı Kerim de teyid eder. Ama Kur’ân-ı Kerim aynı zamanda peygamberlerine isyanları ve yaptıkları nedeniyle Allah’ın gazabına ve lanetine uğradıklarını da anlatır. Ve her daim onlara geri dönüş kapısını açık bırakır ve gösterir. ‘İyilik yaparsanız kendinize’ diyerekten de onlara sorumlu olduklarını hatırlatır. İşte Einstein da ırk olarak Yahudilerin başka ırklardan hiçbir üstünlükleri olmadığını ortaya koyar. Bazen dinî veya sosyolojik ve medeniyet üstünlüklerine haiz olabilirler, ama bu kırılgandır ve yapılarını veya Allah’ın kendilerine bahşettiği nimeti muhafaza etmeleri kaydıyla geçerli veya bakidir. İsrail sürekli olarak başkalarını anti semitizm ile suçlamaktadır. Halbuki 60 yıl sonra yayınlanan Churchill’in gizli makalesinden okuyoruz ki, anti semitizmin kısmî nedenlerinden birisi de bizzat Yahudilerin kendi yaptıkları. İşte bu bağlamda Churchill, Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu ve onlarla ilgili ifadelerini tasdik etmiş oluyor. 60 yıllık mektup bize şunu göstermektedir: Bizzat İsrail ve onu kuranlar anti semitiktir.

çok ilginç bu üstünlük kompleksleri nedeniyle müttefikleri bile kendilerini sevmemektedir. Şayet Harry Truman ve Churchill olmasaydı İsrail devleti kurulamazdı. Yani İsrail’in gerçek mimarları Truman ve Churchill’dir diyebiliriz. Gelin görün ki ikisi de Yahudilerden şikayetçidir. Ama İsrail’in kuvveden fiile çıkmasına neden olan bu zevat bile Yahudilerle ilgili duygularını kamuoyundan gizlemişlerdir. İlk defa bu tabuyu yıkan Carter olmuştur. ötekiler ise kapalı kapılar ardından ancak İsrail’i veya Yahudileri eleştirebilmişlerdir. Harry Truman’ın Yahudilerle alâkalı değerlendirmesi şudur: “Yahudiler hakikaten bencildirler. Mâli bir güç veya otorite yakaladıklarında normal insanlara davranışta Hitler ve Stalin’i aratmazlar…” Kissinger’den kazık yıyen Nixon ise daha da ileriye gider ve şunları söyler: “Yahudilerin ekserisi samimi değildir. Onlara güvenemezsin. Derhâl aleyhine dönebilirler…” Gerçekten de Dışişleri Bakanı olan Kissinger, bu güvensizliği göstermiştir. Ekim veya Ramazan veya Yom Kippur savaşı olarak da anılan 1973 harbini başkanından üç saat gizlemiştir (Kissinger hid war outbreak from Nixon, Jerusalem Post, 3 Nisan 2007). ABD’yi Vietnam bataklığından kurtaran atanmış başkan olan Gerald Ford da benzeri duygular izhar etmekten kendisini alamamıştır. Kongre üyelerinden birisine şöyle hitap etmiştir: “Yahudilerin Amerikan dış siyasetine tahakküm etmelerine seyirci mi kalacağız?” Zavallı Carter! Beyaz Saray’dan giderayak şunları söyleyebilecektir: “Bir daha seçilirsem Yahudilere günlerini göstereceğim…” Ama seçilmeden Yahudiler ona gününü gösterdiler. Fakat Carter ahlakî duruşuyla bugün İsrail’i en fazla rahatsız eden liderler arasında bulunuyor ve lisan-ı hâliyle: “Efsane çöküyor. Kral çıplak’ diyor. Durum bu merkezde.

İşte bütün bunlardan sonra, ‘İsrail ne zaman yıkılıyor?’ sorusu gündeme geliyor. Böyle bir isimde program da El Cezire’den Faysal Kasım’a yakışırdı o da iki kişiyle İsrail’in kuruluşunun 60’ıncı yıldönümü münasebetiyle bunu yaptı ve İsrail’in geleceğini tartıştı. Konuklardan birisi Paris’ten Enver Abdulmalik diğeri de stüdyo konuğu İbrahim Aluş idi. Farklı tezleri savunmalarına rağmen gerçek iki tezin toplamındaydı. Aluş İsrail’in sonuna giden sürecin açıldığını ve Irak’tan, Gazze’ye ve Lübnan’a kadar bir direniş coğrafyasının doğduğunu savundu. Ve İsrail’in stratejik olarak gerilediğini ve her geçen gün kayıpta olduğunu ve duvar çekmesinin de genişleme değil içe çekilme emaresi taşıdığını söyledi. Enver Abdulmalik ise Yahudilerin galipken mağlup numarası yapmayı çok iyi becerdiklerini ve Holokost gibi meseleleri kullanarak kendilerine olan ilgiyi ve desteği taze ve canlı tuttuklarını ve daima mağduriyet edebiyatıyla ayakta kaldıklarını söyledi. Mağduriyet edebiyatı denilince aklıma nedense birden Türkiye geldi.

Aluş meseleye İsrail zaviyesinden baktı ve İsrail’in 60. yılına karamsar bi tablo içinde girdiğini ve gerilemekte olduğunu söyledi. Enver Abdulmalik ise meseleye İslâm dünyası zaviyesinden baktı ve henüz karşı bir kütle oluşmadığını ve yeni Selahaddin’in ufukta görünmediğini aktardı. İkisinin tezi de doğruydu aslında. Elbette mesele hesap kitap işi ama aynı zamanda bir de talih işi. Bu açıdan kimbilir gün doğmadan neler doğar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi