O yemekte kimler vardı ve neler konuşuldu?
Hiçbir şey görüldüğü veya görülmek istendiği kadar “küçük” de değildir, “önemsiz” de!.. Her şeyin ve her varlığın bir “büyüklüğü” ve “önemi” vardır!..
Malûm; “sinek ufaktır ama mide bulandırır” derler... Tabiî sineğin önemi, sadece “mide bulandırmak”tan ibaret değildir... Bilirsiniz, “Nemrut’un burnu”ndan girip, kafasını duvarlara vura vura ölmesine yol açan da, “küçük bir sinek”tir!
Bunu niye anlattım?..
Anlattım ki; duyduğunuz bir olay veya gördüğünüz bir kişi hakkında “Küçük!... Basit!.. önemsiz!..” deyip geçmeyesiniz...
Bir şey ki; “cüsse” olarak belki “küçük”tür ama “etkisi büyük”tür!.. Bir olay ki, görüntüde belki “basit ve sıradan”dır ama “anlamı büyük”tür!..
BİR YEMEKTEN, KOALİSYON çIKMIŞTI
Tarih, 23 Eylül 1996...
O gün; Hürriyet yazarı Emin çölaşan ve eşi Tansel Hanım, ailecek görüştükleri Murat Karayalçın’ın “Portakal çiçeği Vadisi”ndeki evinden çıkarken görüntülenmişlerdi. Hatta çölaşan ile gazeteciler arasında küçük bir tartışma bile yaşanmıştı..
İşte ben bu “ziyaret”in ve ziyaret sonrası yaşanan tartışmaların “bant kaydı”nı yayınlamıştım.
Aynı gün, Emin çölaşan aramıştı...
“Bu, sıradan bir aile ziyareti... Biz 35 yıllık arkadaşım olan Sayın Murat Karayalçın’la ailecek görüşürüz” deyip eklemişti; “Bunun haber değeri nerde?”
Hiç unutmuyorum, şöyle karşılık vermiştim:
“Bazen aile arası görüşmelerin de siyasi sonuçları olabilir!..
Unutmayın ki; DYP-SHP Hükümeti’nin temeli de; sizin evinizde yapılan bir görüşmede atılmıştı!..”
Gerçekten de öyleydi...
İşin garibi, aynı Emin çölaşan kendi evlerinde yenilen o yemekten bir “koalisyon” çıktığını, 4 yıl sonra “O gece” başlıklı yazı dizisi ile şöyle anlatacaktı:
“O günerin koşulları altında düşünüyoruz. En uygunu DYP-SHP koalisyonu olacak...
Milyonlarca insanımız böyle düşünüyor. Rahmetli arkadaşım Uğur Mumcu ile bir girişimde bulunuyoruz. O sırada DYP’nin ikinci adamı Hüsamettin Cindoruk, SHP’nin ise Hikmet çetin.
Dört aile, bir gece bizim evde toplanıyoruz.
Evde olacak kadroyu Cindoruk ve çetin de biliyor. Tabii ana konuyu, ne konuşulacağını da!..
Sonra öğreniyoruz, bize gelmeden önce her ikisi de liderlerinden, Demirel ve İnönü’den izin ve görüş alıyorlar. Uğur ve ben onlara güvence veriyoruz...
Bu toplantıdan kimseye söz etmeyeceğiz, yazmayacağız, gazetecilik yapmayacağız.
Tamamen özeldir. Konuşulanlar, bizim açımızdan orada kalacaktır. (...) Evet, ilk harcı bizim evde ve çok iyi niyetle koymuştuk. (...) Devleti yine ‘devlet’ yapacaktık!” (Hürriyet, 21 Eylül 1995)
Emin çölaşan’a işte bunları hatırlatıp; “Niye olmasın?” demiştim; “Şimdi de, Deniz Baykal’a karşı Murat Karayalçın’ı hazırlıyor olabilirsin!”
“Yok öyle bir şey” demişti, “Gerçekten öyle bir şey yok... Bu, tamamen özel sohbet...
Ama, böyle düşünmekte haklısın!”
TENİS KULüBüNDEKİ YEMEK!
Ne ilginç değil mi?.. O görüşmenin üzerinden “tam 12 yıl” geçti ama, bir başka “yemek” olayının göbeğinde yine Emin çölaşan var... Bu defa “yalnız” da değil... Daha başka “meslektaş”lar var!..
Meselâ, Fatih çekirge var, meselâ Saygı öztürk var!.. Bir de, Turhan çömez isimli “eski siyasî” var!..
Malûm, bu durumlarda;
“Yediğin-içtiğin senin olsun!.. Gördüklerini anlat” derler!.. Biz de, “aynı çatı altında” kimlerin ne yediğini/içtiğini anlatacak bir “mönü yazarı” olmadığımıza göre, elbette “siyasî boyutu” ile ilgileneceğiz.
Hemen hatırlatalım;
“Yemeğin yenildiği” mekân Kavaklıdere Tenis Kulübü’dür.. Orada “aynı saatlerde yemek yiyenler” de; Fatih çekirge’dir, Saygı öztürk’dür, Emin çölaşan’dır!..
“Basit” ve “önemsiz” görülebilecek bu yemeği “önemli” kılan olay; o anda Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün de “aynı çatı altında” eşiyle birlikte yemek yemesidir!..
Bilirsiniz; “Tenis Kulübü” gibi kulüpler ve dernekler; genelde “zengin”lere, “sosyete”ye, bir de “şöhret”lere yani “kaymak tabaka”ya hizmet veren yerlerdir!.. Oralara her canı isteyen gidemez!..
Gitse bile içeri giremez!..
Sizin anlayacağınız;
Bu “lokal” denilen, “kulüp” denilen yerler, garibanların girip çıktığı, umuma açık “kahvehane”ler gibi değildir!.. Buralara girebilmek için, “varlıklı” veya “şöhretli” olacaksın!..
Bir ayrıntı daha;
Bu tür yerler, belirli “hobi” sahiplerini bir araya getiriyor gibi görünse de, “işlev”leri çok farklıdır!..
Buralara “etkin isimler” girip-çıktığı için, bu mekanlarda “Hükümet” veya “Türkiye’nin gidişatı” gibi konular tartışılır ve “ülkenin geleceği” hakkında kararlar verilebilir!.. Hani; “Türkiye bu gibi yerlerden yönetilir” dersek pek abartmış olmayız!
Tamam, “kahvehane”lerde de; “Ne olacak bu ülkenin hâli?” türünden muhabbetler yapılır, hükümetler kurulur, hükümetler yıkılır ama, konuşulanların hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!..
Ama “lokal”ler ve “kulüp”ler öyle mi ya?..
Hele de, orada “tartışmaların göbeğindeki bir kurum” ve “tartışmaların göbeğindeki bir isim” varsa!.. Evet; o mekanda Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve son günlerde her taşın altından çıkan Turhan çömez varsa!..
Görünüşte “sıradan” ve “önemsiz” bir yemek!.. Ama “zamanlama” önemli!..
Tabiî “isim”ler de önemli!..
ARABA TAKİBİ Mİ öNEMLİ, BU YEMEK Mİ?
Hani, Radikal’e açıklama yapan “ismi saklı” bir Anayasa Mahkemesi üyesi diyordu ya;
“Diken üstündeyiz!.. Herşeyimize dikkat ediyoruz. Eşimle gideceğim mekanları bile özenle seçiyoruz. Deyim yerindeyse diken üzerindeyiz. Medeni insanlarız, ama gazeteci dostları makamımıza çağırmıyoruz.”
Peki, “Tenis Kulübü’ndeki yemeğe” ne demeli?..
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün, hem de “gazeteciler”in de olduğu bir mekanda, “Turhan çömez ile başbaşa yemek yemesi”ni nasıl yorumlamalı?..
öyle ya;
“Diken üstünde” olacak kadar “hassas” olan pek sayın üyeler; “AK Parti’ye yakınlığı” olanlar ile görüşmeme titizliği kadar, “AK Parti’ye düşmanlığı” olanlarla da görüşmeme hassasiyetini göstermeli değil mi?..
O halde, Turhan çömez’le niye görüştü?..
En önemlisi de, neyi görüştü?..
Bakıyorum da, gazetelerin ve yazarların çoğu, hâlâ “Osman Paksüt’ün arabasının takibi”ni takip edip, kâh Emniyet’e çamur atıyorlar, kâh Hükümet’e!..
Oysa, dün de yazdığım gibi; Anayasa Mahkemesi’nin vereceği “kapatma” veya “kapatma talebine ret” kararı, Başbakan Tayyip Erdoğan ve milletvekillerini pek fazla etkilemeyecek!..
Onlar “bağımsız milletvekili” olarak yollarına devam edebilecekler!..
Yani, “Osman Paksüt’ün arabası”nı takip ettirip de, kararını etkilemeye hiç ihtiyaçları yok!..
ASIL öRTBAS, YEMEĞE!
İşte bunun için diyorum ya;
Niye “otomobil takibi” manşetlere çıkıyor da, “Tenis Kulübü’ndeki yemek”ten hiç bahis yok?..
Bana kalırsa, asıl “örtbas” burada!..
Diyorlar ki;
“Osman Paksüt, yanlış zamanda yanlış kişi ile görülme endişesinden dolayı otomobil takibi işini gündeme getirmiş olabilir!..”
Tamam, Osman Paksüt bu endişe ile hareket etmiş olabilir de, “kartel” gazeteleri neyi “örtbas” etmeye çalışıyor?..
Onlar niye “tenis kulübündeki yemek”ten söz etmiyor?..
Yoksa; Emin çölaşan olayında olduğu gibi; “1991’de yenilen yemek”ten, yine “4 yıl sonra” mı haberdar olacağız?..
Yani; iş işten;
“Atı alan üsküdar’ı geçtikten sonra” mı?..
Açık söyleyelim, öğrenmek istiyoruz;
“Tenis kulübündeki o yemekte ne konuşuldu?.. Osman Paksüt’le görüşen Turhan çömez, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a bir mesaj mı götürecek?!?”
Görüyorsunuz ya;
“Alt tarafı bir yemek” deyip, geçmemek gerekiyor!.. Doğru, “alt tarafı bir yemek” ama, “üst tarafı siyaset!”
4 yıl sonra, “aaa” deyip hayret etmemek için Sayın Paksüt’e seslenmek istiyoruz:
“Otomobili bırak, yemeği açıkla!”
Hiç kimse, “örtbas” ederek veya görmezden gelerek bu “siyasî buluşma”yı önemsiz gösteremez!..
Hele de;
“İşler, yemekte bitirilir” deniliyorsa!..
Yap-Sat’çı Tuncay!
öyle anlaşılıyor ki; A.N. Sezer ve eşi Semra Hanım, “Kanaltürk’ün satılışı”na epey içerlemişler... Demişler ki; “İzlenecek kanal bulamıyoruz... İzlenecek kim kaldı ki?!?”
“Karikatür”e ne gerek var?.. Sözün kendisi karikatür!..
Ama, Sezer çifti üzülmesin… Evlatları Tuncayım özkanım, onların üzüntülerini giderecek bir açıklama yapmış: “Yeni bir televizyon kuruyoruz… Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in sancağı orada da dalgalanacak!”
önce “sancak” dalgalanacak, sonra ortalık dalgalanacak!.. Ya sonra?.. Bir iş adamı çıkacak ortaya ve Tuncayım özkanım’ı yine susturacak!.. Bu defa “Dolar” dalgalanacak!..
Tam karikatür değil mi?.. Tuncay “bağırmak” için televizyon kuruyor, “susmak” için televizyon satıyor!..
Bu gidişle adı; “Ulusalcı Müteahhit” veya “Yap-Sat”çıya çıkarsa, hiç şaşmamalı!
Yalnız; bu işte “Sezer’lerin çıkarı” ne, onu anlayamadım!..