İki Tür Neş'e
Müslümanlar için iki tür neş'e vardır. Birincisi İslami gerçek neş'eler, ikincisi şeytani sahte neş'eler.
İslami neş'eler ikiye ayrılır: Fani dünya ile ilgili neş'eler, ahiretteki ebedi hayat ile ilgili neş'eler.
Dünya neş'eleri: İman sahibi olmanın verdiği neş'e... Namaz kılmanın, oruç tutmanın, zekat vermenin, hacca gitmenin, zikrullah yapmanın, İslami bir düzen içinde (varsa) güven içinde yaşamanın, ahlak ve faziletin, mürüvvet ve fütüvvetin neş'eleri... Şeriatın çizdiği sınırlar içinde gezmek tozmak, seyahat etmek, güzel sanatlarla meşgul olmak... Hayır hasenat yapmak... Helalinden ticaret ve üretim yapmak, kazancının bir kısmı ile zekat ve sadaka vermek... Çoluk çocuğu ile meşgul olmak... Şuurlu Müslüman için dini bayramlar, kandiller, büyükleri ziyaret, velileri ziyaret hep neş'edir. Hatta cihad etmek, cihad esnasında şehid olmak bile çok büyük neş'e kaynağıdır.
Ahiret neş'eleri:
Mü'minin ömrünün ölümüne iman ile bitişmesinin verdiği neş'e.
Kabirde soru meleklerinin sorularına asan cevaplar vermenin neş'esi.
Mü'minin kabrinin, Cennet bahçelerinden biri olmasının, bu bahçedeki mutluluğunun neş'esi.
Allah'ın lütuf ve keremi ile Hesab'tan sonra Cennet'e konulduğundaki neş'e.
Peygamber'in (Salat ve selam olsun ona) Allah'ın izniyle şefaat etmesindeki neş'e.
Cennet'teki dil ile tarif edilemez çeşit çeşit neş'eler, saadetler.
Şeytani dünya neş'eleri:
İçki içip sarhoş olup dağıtanların neş'eleri.
Zinakarların şehevi neş'eleri.
Lüks, israf ve sefahat düşkünlerinin aldatıcı ve sonu acı neş'eleri.
Gurur ve kibirden ileri gelen sarhoşluğun verdiği neş'e.
Uyuşturucu neş'eleri.
Tıka basa abur cubur yemenin sözde neş'eleri.
Riyaset (başkanlık, makam mevki) neş'eleri.
(Başkanlığın ateşten bir gömlek olduğunu iş işten geçtikten sonra anlayacaklardır.)
Paranın, zenginliğin verdiği neş'e.
Çılgınca mal yığmanın, para iddihar etmenin neş'esi.
Evet bunlar hep şeytani ve cehennemi neş'elerdir.
Mübarek Ramazan Müslümanlar için manevi ve ruhani neş'eler ayıdır.
Allah için aç kalmada, susuzluk çekmede, halsiz düşmede çok büyük neş'eler vardır. Anlayana...
Güzel sesli bir hafızın okuduğu Kur'anı dinlemekte derin neş'eler vardır.
Bundan otuz küsur yıl önce Mesih Paşa camiinde kıldığım bir teravih namazındaki neş'eyi unutamıyorum. İmamın kıraati ne kadar güzeldi. Namazdan sonra sormuştum: Mihrabtaki zat kimdir? Merhum Şeyh Kenan Rifai'nin oğlu Kazım bey demişlerdi.
Teravih selamları verildikçe içimi bir hüzün kaplamıştı o gece. Ah, namaz bitiyor, bu zevk ve neş'e bitiyor diye.
Hoparlörleri sonuna kadar açmışlar. Klimalar terli cemaate soğuk hava üfürüyor. Cemaat namaz kılarken çocuklar koşuşturuyor. Açık unutulan bir telefon zır zır ötüyor. Vantilatörler haldır haldır rüzgarlıyor. Işıklar çiğ ve göz kamaştırıcı. Müezzinler çok bağırıyor. Kıraatte halavet yok. Böyle bir namaz kılışta elbette yukarıda anlattığım ruhaniyet ve neş'e olmaz.
Hakiki şeyh ve mürşidlerin yaptırdığı zikirlerdeki manevi zevk, neş'e ve hazzı hiçbir yerde bulamazsınız.
Birkaç temiz ve muhlis Müslümanın bir araya gelip faydalı sohbet etmeleri (Siyaset ve cemaat yok!), arada çay içip börek yemeleri, birbirlerine dostça bakmaları, tebessüm etmeleri ne büyük bir neş'edir.
Müslümanların peynir, simit ve çaydan ibaret mütevazı helal yemekleri, üzerinde içki bulunan mükellef haram sofralardan bin kere neş'elidir. Anlayana...
Hattı ve tezhibi güzel bir yazıya bakmak.
Mimarisi güzel bir camiye, binaya, eve bakmak.
Güzel bir Osmanlı cildine, bir ebruya, sedef işlemeli bir dolaba bakmak.
Kırlara gidip yeşil ormanlara, çalılıklara, çayırlara, masmavi göllere, üzeri yosun tutmuş kayalara bakmak.
Bunlar hep neş'e kaynağıdır.
Köye son gittiğimde yolun kenarında bir şeyler geveleyen minik bir sincap gördüm. Sadece o güzel hayvancağıza bakmak bile içimi sevinçle doldurdu.
Bir yerde üzeri bol köpüklü, mis kokulu bir kahve içmek.
Nefis bir çay içmek.
Küçük gölet üzerinde uçan rengarenk yusufcuk böcekleri.
Sizi görüp ürken ve suya atlayan kaplumbağa.
Karnı doyduktan sonra bir yere çekilip yalanan kedi.
Attığım ekmek parçasını havada yakalayıp yutan köpek.
Bahçede sabaha doğru öten kuşlar.
Bunlar hep birer neş'edir.
Anlayana, neş'elenene...
Günahlarına ağlayan bir mü'minin gözyaşlarında ve hıçkırıklarında bile hüzünlü bir neş'e bulunur. Bağışlanma ümidinin verdiği neş'e...
Pikniğe mangal götürüp sıcak havada yüzü mosmor oluncaya kadar ateşi üfleyip sözde mangal keyfi yapanlarda neş'e kalmaz. Be mübarekler, mangal yakacağınıza soğuk börekler, soğuk yenen maydanozlu köfte, zeytinyağlı dolmalar götürseniz de biraz kırları, yeşillikleri, mavi semayı, beyaz bulutları, çiçekleri, kuşları, hatta böcekleri temaşa etseniz olmaz mı?
Neş'esiz Müslüman düşünemiyorum.
Şeytani neş'elere de gerçek neş'e diyemiyorum.
(İkinci yazı)
Vah Vah, Tüh Tüh, Eyvah!..
Biz Allah'ı görmüyoruz ama O bizi görüyor. O, bizim gizlediklerimizi de biliyor, beynimizdeki düşünce ve niyetleri, kalbimizdeki duyguları hep biliyor.
Allah bize Peygamber göndermiş, Kitab ve Din yollamış, doğru yolu göstermiş. Biz Müslümanlar da evet inandık demişiz. Artık mazeretimiz kalmamış.
Hem iman ettik diyoruz, hem de Kitab'a aykırı işler yapıyoruz.
Hem Peygamber'e inandık diyoruz, hem onun öğütlerini tutmuyoruz, sünnetine uymuyoruz.
Mazeretimiz yok.
Kendimizi dine uyduracağımıza, dini kendimize uydurmaya kalkıyoruz. Ne büyük çarpıklık ve sapıklık!..
Kur'anda en fazla tekrarlanan emir namaz kılmak. Bizim yüzde doksanımız namazı terk etmiş.
Kur'an azgınlıklardan uzak durunuz buyuruyor. Bizim toplumumuz azgınlık içinde.
Kur'an bize, birlik ve beraberlik içinde tek bir Ümmet olun, sakın ayrılıp parçalanmayın, sonra rüzgarınız gider diyor, biz bin parçaya ayrılmışız, birbirimizle çekişip tepişiyoruz.
Kur'an bizi dünyanın faniliği, hile ve oyunları, aldatması konusunda uyarıyor, biz kulak asmıyoruz.
Kendimizi iyi, olgun, gerçek Müslüman sanıyoruz.
Bu memlekette geçim sıkıntısından insanlar intihar ediyor, biz gerçek ve olgun Müslümanlar olsaydık böyle facialar yaşanır mıydı?
Şu çılgın bir lüks, israf, sefahat (beyinsizlik), gurur, kibir içinde yaşayan sözde Müslümanlara bakınız. Onlarda kuş kadar akıl olsaydı böyle yaparlar mıydı?
İslam dini, Kitabullah, Peygamber, Şeriat rüşveti kesin olarak yasaklamış. Alnı secde gören şu rüşvetçiler güruhuna bakınız. Veyl onlara!..
İrtidadın, dinsizlik ve densizliğin, fısk ve isyanın, günahın, tuğyanın genelleştiği şu ülkede, iki ay sonra Ramazan'da birtakım sahte dindarların yine ne haltlar yiyeceğini göreceğiz.
Ramazan etkinlikleri ve eğlenceleri, vur patlasın çal oynasın şenlikler. Evlere şenlik!..
Bozuk ve sapık bir düzende bu ne şamata, bu ne çılgınlık, bu ne sorumsuzluk...
Bizim şaşkınlar ve gafiller bozuk düzenin nimetleriyle semirdiler, bir elleri yağda bir elleri balda ya, gelecek çok pembe, memleket çok iyiye gidiyor onlara göre. Ya öyle mi?
Şehir seher vaktinde leşler gibi uyuyor. Binlerce camiden avaz avaz ezan okunuyor, camilerde birkaç ihtiyardan başka cemaat yok. Sonra da durumumuz pek parlakmış. Ya öyle mi?
Zekatlar öncelikle Müslüman fakirlerin, miskinlerin, gurbette sefalete düşmüş mültecilerin eline geçmiyor, kapanın elinde kalıyor. Birileri zekatlarla Trinidat'ta hizmet ediyorlarmış... Aman ne hizmet ne hizmet!..
Ümmet şuuru ve birliği elden gitmiş.
Müslümanların başında, kendisine itaat ve biat edilen bir İmam veya Emir yok.
Darü'l-Hilafe İstanbul, kahpe Babil'e dönmüş.
Riba ve faiz denizinde yüzüyoruz.
Kandil geceleri göğe maytab atılıyor ya, işler yolunda...
Başına renkli bir örtü bağla ve sonra istediğini yap. İslam böyle mi diyor? Şer'i tesettür bu mudur?
Düzen bozuk ya, çal çalabildiğin kadar.
Kasımiye medresesinde çanlar çalar, ezanlar okunurken havuzun üzerinden papazlar, hahamlar, müftüler merasimle geçmişlerdi. Aman ne Müslümanlık ne Müslümanlık.
Her yerde eski kiliseler restore ediliyor. Taksim'e cami yapılmasına gelince, ses seda yok.
Doğrusu iki binli yılların Müslümanları bir tuhaf, bir acayip.
Hem Kur'an okuyorlar, hem bildiklerini okuyorlar.
Kur'anı ve İslam'ı bilenler ne yapıyor? Büyük kısmı seyrine bakıyor.
Vah vah, tüh tüh, eyvah!..