Particilik Asabiyet İçin Değil Hizmet İçindir 4
Buraya “ağlatan bir mektup” ile ilgili siyaset ve parti üstüne bazı düşüncelerimizi yazarak geldik. Bizi ciddiye alır veya almazlar, önemli değil, biz sevabımızı Allah Teâlâ’dan bekleyerek zahmet demedik, kınanmadan korkmadık, övülmek de beklemedik, doğru bildiklerimizi söyledik, kendimiz düşeni yaptık, nefsimizi ve kardeşlerimizi uyardık.
O mektubu yazan sevgili kardeşim ve bu yazıyı okuyan değerli kardeşlerim, bendeniz İslam Dininin Akaid, Fıkıh, Ahlak ve usul - metot penceresinden bakarak doğru bildiklerimi ve faydalı gördüklerimi sizler için yazmaya devam edeceğim. Sizler de elbette kendi bildiklerinizle amel edersiniz. Kim bilir, belki de burada duyup anladıklarınızla ve çağrıştırdığı düşüncelerinizle fikir dünyanız zenginleşir. Benim her Müslümandan özel istirhamım, önce dini okuyarak ve onu doğru anlayarak ve kavrayarak iyi niyet ve ihlasla amel etmesi, sonra da ihtilaflarda insaf ve adaleti elden bırakmamasıdır.
İşte size bu insaf ve adalet çerçevesinde okuyup değerlendireceğiniz bir yazı parçası. Bunu okuyarak kendi kalbinizi, vicdanınızı, niyetinizi de sorgulayıp anlayabilirsiniz. “Siz bu parti çalışmalarını niye yapıyorsunuz? Dininize, milletinize, medeniyetinize, top yekûn insanlığa bir hizmet için mi? Yoksa bir partiye, bir guruba tıpkı bir ırk gibi asabiyetle bağlı kalarak, tıpkı bir futbol takımı tutar gibi manasız bağlanarak kişiliğinizi inşa etmek için mi?”
Bütün bunlar test edilmeye değmez mi?
“değer” derseniz, burada daha önce yazdığım bir yazıdan bir parça aktaracağım. Bu yazının vicdanınızda bıraktığı ize bakınız ve karar veriniz, sonuç size ne dedirtiyor? Kendi notunuzu kendiniz veriniz yani, kendinizle yüzleşiniz kimse görmeden, bilmeden.
Benim sizden yegâne istirhamım, bu yazdığımın gerçekten yaşandığına inanmanızdır. Buna şahitlerimiz de var. Belki bu olayın kahramanı da sorulursa hatırlar.
“Geçen seçimlerden biriydi. Mustafa Kamalak Bey sitemize teşrif ettiler. Ortak kullandığımız bir salonda kendilerini dinledik. (Olay Kahramanmaraş’ta geçer ve o zaman partisi ülkenin en büyük partisidir.) Bu arada insanlar bazı tenkitler de yönelttiler kendisine. Sanırım milletvekili aday seçimlerinde halkın isteğine bakmamaları ve istenmeyen isimlerin tespiti gibi şikayetlerdi.
Bir ara hiç unutmam bir kişi dedi ki: “Daha önce tek siz vardınız ve ne yapsanız elimiz mahkumdu, mecburen size oy veriyorduk. Ama artık milli bir nizam isteyen başka partiler de var. Bundan endişe duymuyor musunuz? Hala oyları “çantada keklik” görüyor musunuz?”
Verdiği cevap şöyleydi: “Evet, davamızı seslendiren başka partiler de olabilir. Vardır da. Ama biz deriz ki, İslam, cemaat dinidir. Bölünüp parçalanarak güç kaybını istemez. Bu aklen de hikmetsiz ve faydasız bir iştir. Eğer birleşeceksek, herhalde azlar çokların yanına gelmeli. Şimdi biz çoğuz, o azları ve sizin oylarınızı yanımıza davet ediyoruz.”
Biz bu görüşü benimsemiş ve önemsemiştik. Acaba kendileri de şimdi aynı görüşte midir?
Evet, açıkça tekrar soralım, Mustafa Kamalak Bey, dün dediği gibi bugün de “İslam’ın da dediği gibi Allah’ın rahmet eli cemaat üstündedir, birlik ve cemaat rahmet, ayrılık azaptır. Birleşmenin gereği de az çoğun yanına gitmesidir. Öyleyse biz de bugün oylarımızla Ak Parti’yi destekliyelim” diyecek mi? Diyor mu?
Hayır, demiyor. En azından partiyi kapatmasalar bile, seçim sürecinde birliktelik veya destek verseler? Asla!
Acaba neden?
Nedeni basit, particilik mantığı. “Az olsun, benim olsun” hastalığı. Özünde bu yok mudur zaten? Ahlak ilminde buna “hubb-u dünya, hubb-u cah, hubb-u şöhret, rü’yet-ül gayr” denilir. Ama onlar buna elbette böyle demeyecekler, yaptıklarını “cihat” bilerek başkalarını samimiyetsizlikle suçlayacaklardır.
Bundan daha dehşetlisi de geçen yazıların altında bol bol gördüğümüz gibi bazı yorumculardan geldi: “AKP Müslüman mıdır?”
Biz de soralım: “Gavur mudur?”
Laik, Kemalist, batıcı, ırkçı, demokrat, kapitalist bir sistemin temel ilkeleri ile kurulan bir partiye kişiler bazında değil de kurum olarak “gavur” demenizi anlarım. Ama sorarım, farkınız ne? Siz de bu devletin, bu rejimin, bu sistemin partisi değil misiniz? Tüzüğünüzü devlet kendi yasalarına uygun bularak kabul etmedi mi?
“Bizim kalbimiz, niyetimiz ve amacımız başka” diyorsanız, Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (sav) gibi biz de soralım: “Kalbini yarıp da baktınız mı onların?” evet, ya onlar da öyleyse?
Kendisininkinden başka partiyi ve ehlini Müslüman görmeyenlere diyorum ki, bırakınız bu cahilane gevezelikleri de kardeşlerinizin kıymetini biliniz. Sizin bu gevezeliklerinizle İslam’ın şu güzel ahlakı bağdaşıyor mu?
“İslam Dinine göre bir Müslüman için yalan, dedikodu, gıybet, tecessüs, su-i zan, iftira, hakaret, aşağılama, alaya alma, haberleri araştırmadan inanıp kin ve nefret duyma, sövme, savaşma, ara bozma, kendini övme, kendini beğenme, kibir, gurur, tefahur, kendini tezkiye etme, yani temize çıkarma, başkalarını tekfir, tefsik, başkalarını cehennemde görerek kendini garanti cennetlik sayma... haram kılınmıştır. Müslüman mütevazi, alçak gönüllü, kardeşlerini sever ve değer verir, her işini ve sözünü ihlas ve samimiyet açısından değerlendirir, kalp kırmaz, gönül incitmez… olur.”
Bizim yaptığımız bir nasihattır, particilik hastalığına yakalanarak dinin ilkelerini unutanlara hatırlatmadır. Aklı başında bir Müslüman büyük lokma yemeli, ama “kimin sırattan geçip geçemeyeceği gibi” büyük laflar etmemeli.
İslam büyük bir dava ve cihat azim bir iştir. Cahili sistem içinde, ancak onun icazet verdiği kadarıyla parti kurarak dolgun maaşlarla, lojman ve arabalarla, şan ve şöhretle yaşayarak dünyasını zevk-u sefa ile geçirenler, iktidara geldiklerinde “devlet adamı” olarak karun gibi yaşayan ve kendilerine oy verenleri huzurdan kovanlar, başkalarına İslam ve cihat hakkında ders vermeye utanmalıdırlar. Aksine aldıkları oydan ötürü halka teşekkür ederek hizmetçi olmaya çalışmalıdırlar. İslam ciddi bir din, cihat ciddi bir davadır. Bu ehl-i dünya önce bunu öğrensin, nefsini terbiye etsin, sonra boyundan büyük laflar etmeden edebiyle söze karışsınlar...
Şimdi o malum sözleri söyledikten sonra Mustafa Kamalak Beyin önünde yapılacak iki şey var.
Birincisi, “Evet, biz bir İslam partisiyiz. Meclise girersem, Kur’an’ı kürsüde elime alarak, ‘bundan sonra bütün yasalar bu Kur’an’a uygun olarak yapılacaktır. Bundan böyle laiklik kaldırılmıştır. Devletimiz de artık bir İslam devletidir’ diyeceğim” demektir.
İkincisi, “yok kardeşim, ülkemiz bu sözü söylemeye hazır değil, söylesek de bu şartlarda yapamayacağımız bellidir” demektir.
Sizce hangisini der?
Elbette ikincisini. Veya bu anlamda bir şey söylemektense hiç cevap vermez, susar.
O zaman da Ak Parti veya Has Parti ile çok bir farkı kalmaz. Hele hele iktidara gelecek kadar büyüyüp de kitle partisi olduklarında, hiç kalmaz. Öyleyse bu gevezelik neyin nesidir?
İşte size canlı bir örnek: Saadet Partisi şimdi milletvekili adayı bulmakta zorlanıyor. Büyüdükleri zaman kimsenin yüzlerine bile bakmayacağı emekli imam, öğretmen, mühendis, esnaflarla sayı dolduruluyor. Yarın bu parti Ak Parti gibi iktidara gelebilecek şekilde büyüse sanayicilerden, büyük patronlardan, bürokratlardan, İstanbul Ankara gibi liderin yanında yaşayanlardan bu garibanlara hiç sıra gelmez. Biz yetmişli yıllardan bu yana bu filmi kaç kere gördük a dostlar?
Hasıl-ı kelam Saadet Partisi, Has Parti, Ak Parti, hatta BBP aynı damarın partileridir. Birleşmeleri, bütünleşmeleri gerekirdi. Yapmadılar. Şimdi seçim zamanı geldi, sandıklar halkın önüne kondu. Bundan sonra yapabilecekleri çok bir şey de kalmadı. Öyleyse bundan sonra söylenecek ancak şu kaldı:
Keşke bunlar bundan sonra olanlardan ders ve ibret alsalar da asla birbirlerine çatmadan kendilerini anlatsalar, milletten oyu yalan, dolan ve iftira ile değil de ikna ederek alsalar. Keşke bıraksalar da halk kendi milli ve dinî menfaat ve maslahatını nerde görüyorsa, orayı destekleseler. Keşke onlar da buna saygı gösterseler.
Ama siyasetin gerçekleri böyledir işte...
Ne yapalım, hamama giren terlermiş. Kırmadan, incitmeden, alay edip aşağılamadan nasıl siyaset yapılacağını bu işi yapan çok kimseler maalesef bilmiyor. İnanın halk bunlardan çok daha iyi siyasetçidir.
Nasıl mı?
Ben öylelerini biliyorum ki, seçim sürecinde hep bir partiyi anlatmış, ama sandık başına gelince vicdanını dinleyerek hiçbir şansı olmayan kendi partisi yerine din ve dünyası için en faydalı olabileceğini gördüğü bir partiye oy vermiştir. Ona göre inandığı için çalışmış, kendine düşen tebliğini yapmış, aynı zamanda pratikte faydalı olacak bir partiye oy vererek davasını fiilen desteklemiştir. Bu da sorumluluk bilincinden başka bir şey değildir.
Çok şükür bu yazımız seçim sürecindeki son yazımızdır. Bizim asıl derdimiz İslam’dır. Biliyorsunuz, bu ülkede asıl sorun İslam’ın bilinmemesidir. Her derdimizin kaynağı da buradadır aslında. Her güzellik de ancak onu bilme ve yaşama seviyemizi yükseltmekle başlayacaktır. Particilik yapmak hem kolay, hem karlı ve hem de zevkli bir iştir. Bu dini öğrenme, yaşama ve yaşatma ise asıl büyük cihattır. Üstelik zor ve zahmetli bir iştir. Ama olmazsa olmaz bir iştir aynı zamanda.
Şimdi biz “bu kadarı yeter de artar bile” diyerek geçici seçim sürecinden kurtulup asıl gündemimize rücu edelim inşallah.