Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ah şu bizim “Çürük Bandırma Vapuru”

Ah şu bizim “Çürük Bandırma Vapuru”

Bandırma Vapuru çürük müydü, değil miydi?
Yıllarca bunu tartışıp durduk.
Olayın muhtevasını (içeriğini) değil, şeklini konuştuk.
Hep böyle yaparız: Şekle saplanıp kalır, amaç ve muhtevayı kaybederiz. (Başörtüsü konusunda bile böyle olmuyor mu?)
Anladık, Osmanlı Devleti’nin o günlerde elinde bulunan en iyi durumdaki birkaç gemiden biri olan Bandırma Vapuru, ders kitaplarına “çürük Bandırma Vapuru” olarak yazıldı. Onu anladık da, bu mevzuun doksan senedir çözülememesini anlayamıyorum.
Diyelim ki ders kitaplarını yazanlar oldukça abartmış. O gerçekten çok zor günleri tüm dramatik boyutlarıyla gelecek nesillere aktarma endişesi içinde fazla mübalağaya kaçmışlar ve sapasağlam gemiyi çürütmüşler. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kendi kararları, inisiyatifleri, çabaları sonucu Samsun’a çıktıkları şeklinde bir izlenim vermek istemişler.
“Peki ama ülke işgal altında, İşgal Kuvvetleri Komutanlığı Boğazlarda kuş uçurtmuyorken, bu nasıl olabilir?” sorusunu soranlar “hain” ilân edilmiş…
çünkü ideolojik nedenlerle tarihi değiştirenlerin itirazlara verecek cevabı yoktur. Olmayınca itirazları engellemenin en kestirme yolunu seçerler: İtiraz eden herkesi “hain” ilân ederler…
Bu olayda da böyle oldu: “Yahu, işgal altındaki bir ülkede devletin en seçkin kurmay subayları ellerini-kollarını sallaya sallaya istedikleri gemiye binip istedikleri yere nasıl giderler?” diye soranlar “hain” ilân edildi…
Haklarında soruşturmalar, davalar açıldı… Hattâ, çok tuhaftır ama, mahküm bile oldular.
Sonra tarih, her zaman olduğu ve olacağı gibi, kendi gerçeğine döndü. Dedi ki:
“Hayır! Mustafa Kemal ve arkadaşları, kendi kararlarıyla kaçak olarak değil, Padişah’ın isteği, hükümetin kararı ile emirlerine tahsis edilen Bandırma Vapuru’na binerek Samsun’a gittiler.
Tabii hükümet İşgal Kuvvetleri’nden gerekli izni de almıştı. İzin alındığı için denetim altındaki Boğaz’dan rahatça geçtiler. Yolda, öyle ders kitaplarında yazıldığı gibi batma tehlikesi filan da geçirmediler. Zaten mayıs ayları Karadeniz’in en durgun olduğu aylardır.
Bunu bilmek, Bandırma Vapuru ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan kurmay ekibin misyonunu küçültmez.
Bu hikâyeyi biraz daha detaylandırmamı ister misiniz?
önce Harbiye Nezareti’nden (Savunma Bakanlığı) Sadaret’e (Başbakanlığa), kaldırılan (ilga edilen) “Yıldırım Orduları Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin, Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişliğine tayin olunduğuna, iş bu keyfiyetin (durumun) Sadaret Makamı aracılığıyla Padişah Hazretlerine arzına” ilişkin bir yazı yazıldı.
Şöyle denildi: “Sivas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleri ile Samsun Sancağı mülki memurlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebliğleri icra etmelerinin emir buyrulmasını istirham ederim.” (30 Nisan 1919)
Harbiye Nezareti’nin bu yazısı ile Mustafa Kemal Paşa’ya Sivas, Amasya, Tokat, Şebinkarahisar, Van, Hakkâri, Trabzon, Rize, Gümüşhane, Samsun, Erzurum, Erzincan, Hınıs ve Şarki Beyazıt sancaklarının bütün askeri ve mülki idaresi tam salahiyetle verilmiş olunuyordu...
Ama elbette bu kadar geniş donanımlı ve âdeta sınırsız yetkili bir görevi ne Savunma Bakanı, ne de Başbakan, Miralay Mustafa Kemal Paşa’ya veremezdi. Bunun arkasında kesinlikle Padişah’ın arzusu vardı. Zaten aynı gün alelacele kendisine sunulan tayini bekletmeden imzalamak suretiyle, “Zat-ı Şahâne” (Sultan Vahideddin), vatanın kurtulması için bir an önce harekete geçilmesi konusunda ne kadar acele ettiğini göstermiş oluyordu.
Sonrasında Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa ile Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya görev ve yetkilerini gösteren bir talimat yazısı gönderdiler. Bu talimat yazısında yukarıdaki sancakların Paşa’nın emrinde olduğu doğrulanıyor, ayrıca Diyarbakır, Mardin, Ankara, Kayseri, Kastamonu, Malatya gibi vilayetlerin Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin her türlü müracaatına cevap vermesi isteniyordu.
Yani Mustafa Kemal Paşa herkesten yardım görecek, bütün orta, doğu, kuzey ve güneydoğu Anadolu üzerinde uygun gördüğü her işi yapabilecekti.
O tarihe kadar bu kadar geniş yetkilerle donatılmış bir subayı daha tarih kaydetmemişti.
Bir subayı ülkenin Padişah’ından habersiz olarak bu kadar geniş yetkilerle donatmak olacak şey değildir.
Kaldı ki, son anda Padişah’ın Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğü ve “Şimdiye kadar yaptıklarınız tarihe geçmiştir, ancak bundan sonra yapacaklarınız yaptıklarınızdan çok dana mühimdir” yollu konuştuğu bilinmektedir.
Bu bir lütuf da değildir. İşgal altındaki bir ülkenin Padişah’ının, işgali kırmak üzere halkı ve orduyu Anadolu’da örgütleyeceğine inandığı bazı subaylarını görevlendirmesi son derece doğaldır. Bu konuda Padişah görevini yapmıştır. Kendisine görev tevdi edilen Mustafa Kemal Paşa da pek tabii görevini yapacaktır.
Konuya yarın devam ederiz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi