Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Yargı istemeyenler de, yargıya muhtâc olur!.

Yargı istemeyenler de, yargıya muhtâc olur!.

‘YAŞ’ (Yüksek Askerî Şûrâ) kararlarının yargıya açık olmasının hatırlatıldığı günlerde, bir general, ‘Koskoca generaller yanlış yapacak da, birtakım hâkimler mi düzeltecek onları?’ demişti.. Mantık böyle olunca, gerisini konuşmaya gerek kalmıyordu.. Bu mantığı öteki yüksek bürokratlar da kendileri için öyle düşünüyorlardı.. Mahkemeler de, ancak zayıflara ceza kesen bir mekanizma halindeydi.. Gerçi, yargı genelde, bugün de farklı değil ya..
Ve aradan 6 yıl geçtiği halde, AK Parti Hükûmeti de, bu konuya dokunamadı ve sadece, ‘YAŞ kararlarına yargı yolunun açık olması gerektiği’ şeklindeki temennilerini bir ‘kayd-ı itirazî ve ihtirazî’ olarak yazmakla yetindi. Bu durum, Osmanlı’dan gelen, yeniçeri’den gelen ve kendilerini kanun üstü sayan gücün siyaseti etkileme entrikaları olarak bilinmiyor değil; ama, bu büyük yanlışlığın 6 yıldır giderilememesi de bir faciadır ve sadece o ‘kayd-ı ihtirazî’/ çekinceler de Erdoğan’ın kendisini mâ’zur göstermesine yetmez. O, daha ileri bir adım atmalıydı, atamadı ve ‘YAŞ’ kararlarından canı yananlar yargıya hâlâ da başvuramıyor.
O yargı yolunu açtırmayanlardan birisi de Gen. Büyükanıt idi..
Ama, bugün ne kadar ibret vericidir ki, Gen. Büyükanıt’ın kendisi de, mâruz kaldığı iddia ve isnadlar acıtınca, yargıya başvurmaktan sözediyor. Halbuki, başkalarının da canı, hem de nasıl yanarken, umûrunda değildi.. Suçu, vazifesi gereği bir suç isnadı için iddianâme hazırlamak olan Van Savcısı F. Sarıkaya, araştırdığı konu içinde Gen. Büyükanıt ismine de toslayınca, onu ‘ört-bas’ etmemiş ve Büyükanıt’ın hışmına uğrayıp, meslekten bile ihraç edilmişti..
Kezâ, bombalı öldürme suçları sâbit olup, Van Ağır Ceza Mahkemesi’nce 39’ar seneye mahkûm edilen astsubaylar, Büyükanıt’ın ‘iyi çocuk’ nitelemesi yüzünden Yargıtay’ca askerî mahkemeye havale ve tahliye edilip, Van Ağ. Ceza Mahk. hâkimleri de sürülmemişler miydi?
¥
27 Nisan 2007 gecesini bir daha hatırlayalım.. TSK tarafından, Genelkurmay’ın resmî internet sitesinde yayınlanan ve ‘e-muhtıra’ (elektronik muhtıra) diye ünlü bildiriyi; daha doğrusu, başkaldırı/zımnî isyan tavrını.. Kısaca, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecine takoz konuluyordu; malûm ilke ve devrimlerin korunması/korunacağı adına..
Daha önce, 12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997 ‘muhtıra’larının, silah kullanılmadan, nasıl beklenen sonucu verdiğini bilen nice medya mensubları, hemen o geceden, yeni diktatörler için, ‘yıkama-yağlama’ işlemine başlamışlardı bile.. (öyle ki, o zaman M. Gazete’de AK Parti’ye ‘Ohh olsun..’ havasında yazılar yazan ve askerî okullarda istihbarat dersleri verdiği söylenen H.ü.’ın, o muhtıra metnini kaleme alan kişi olduğu bile iddia edilmişti..)
O gün, Hükûmet, bu ‘muhtıra’ya karşı alışılmamış bir kararlılık ve sertlikte mukabil bir muhtıra gibi açıklamayla karşılık vermişti. Ve de zamanın C. Başkanı Sezer ve ‘taife-i laicus’ ellerini heyecanla oğuştururken..
Başbakan Erdoğan, mukabil bir silahı da etkili şekilde kullanmış, seçimleri 3 ay erkene almış; geçmiş muhtıralarda da yapılması gereken ve amma yapılamayanı yapmıştı.. Dahası, geçmişte ‘muhtıra’lara muhatab olanların yapamadığını yapmış ve kendisine ‘muhtıra’ veren gücün başına emrederek, 5 Mayıs günü, Dolmabahçe Sarayı’na çağırmış ve böylece, o muhtıranın başından itibaren yitirmediği inisiyatif ve kontrolü eline daha bir güçlü almıştı.. Bu, kolay iş değildi.. 22 Temmuz seçimlerindeki yüzde 47’lik halk desteği ve ardından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi, o macerayı geçmişte benzeri olmayan şekilde, ‘muhtıracı’lar aleyhine noktalamıştı.
Ancaak, o ‘Dolmabahçe Görüşmesi’ zihinlere takılıp kalmıştı..
Orada neler oldu/konuşuldu, hâlâ da bilinmiyor.. Ve her iki taraf da bu görüşmenin içeriğini açıklamayacaklarına dair birbirlerine söz verdiler.. Ama, bu konudaki spekülatif haberlerin sonu gelmiyor. Bunların doğru olması mümkün olsa bile, bir ihtimalden ibaret, hayâli senaryolar.. Nitekim, ileri sürülen iddiaların çoğu da yalanlandı..
Ama, hiçbirisi evvelki gün, Doğan Grubu’nun ‘Vatan’ gazetesinde, 17 Mayıs’ta, CHP’nin eski bakanlarından Fikri Sağlar’ın ortaya attığı iddia kadar ağır değildi..
Erdoğan, güyâ -Dz. Kuv. eski Kom. İlhamî Erdil’in, hanımının vesile olduğu korkunç harcamalar yüzünden mahkûm olmasındaki gibi-, Büyükanıt’a, ‘eşinin yaptırttığı usûlsüz harcamalara dair dosya’yı gösterip, onu, âkıbetinin öyle olacağı tehdidiyle sindirmişti!!
Bu ağır iddiayı, Başbakanlık da kesinlikle yalanladı, Genelkurmay da.. Ve Büyükanıt, konuyu yargıya taşıyacağını açıkladı. O her ne kadar YAŞ kararlarını yargıya açmamakta direnmiş ise de.. Evet, adâlet ve savunma, gün gelir, herkese lâzım olur.
İlginç olan, Büyükanıt 3 ay sonra emekli olacağından, açılacak bir dâvanın seyrinin bugünkü gibi olmayıp, değişebileceği ihtimali.. Yani, Van hâkimlerinin başına gelenler tekrarlanamayabilir.
Büyükanıt’tan umduklarını bulamayanların, -selefi H. özkök örneğince- ona, bir ‘un çuvalı’ gibi vurmaya başlaması sinyalinin de Doğan Medya Grubu’nca verilmesi, daha da ilginç..
*KENAN EFENDİ, SEN O ZAMAN, KAç YAŞINDAYDIN?
Em. diktatör Gen. Ken’an Evren, doğum yeri Salihli’de, adını taşıyan bir okulda, çanakkale savaşlarına aid olduğu söylenen, çoğumuzun gördüğü yırtık elbiseli iki asker fotoğrafının, ‘Türk Ordusu hiçbir zaman bu durumda olmadı..’ diye kaldırılmasını buyurmuş!
Bu gibi fotoğrafların, ‘halkın duygularıyla oynayan ve kâr peşinde koşanlarca bastırılan uyduruk şeyler olduğunu’ söylemiş.. Bu iddialar tamamen yanlış olmayabilir.. Bizzat çanakkale savaşları üzerine bile, hele de son yıllarda, bir ‘ulusal cihad’ masalı oluşturulmadı mı; tek bir kişinin yüceltilmesi için.. öteki binlerce asker ve kumandanlar hatırlanmadı bile.. Kaldı ki, o savaşın baş komutanları, ‘Liman von Sanders Paşa’ ve ‘Colmar Freiherr von der Goltz Paşa’ diye anılan alman generalleriydi..
Em.Gen. Evren şimdi, o perişan tabloların asla olmadığını ileri sürüyor.. Ama, o Goltz Paşa’nın bile, çanakkale’den bir yıl sonra, Irak Cebhesi’nde, bitlenmekten meydana gelen ‘tifüs’ hastalığından öldüğünü, komutan öyle olursa, gerisinin ne olacağını düşünemiyor ve sanıyor ki, askerlerin hali, hep kendi diktatörlük yaptığı dönemdeki subay kesimi gibiydi..
Ki, çanakkale ve sonra da Yunan Savaşı’nda bulunmuş dedelerimiz, perişanlık ve açlığı anlatırken, bir at ölüsünden bir parça et kapabilmek için koşuştuklarını ve bazen bir toynak bile alamadıklarını ağlayarak anlatırlardı.. Elbiselerini mi; tasvir bile edemezlerdi..
Ve dahası, o askerlerin kıyafetlerine benzer tabloları, benim neslim bizzat yaşadı, köylerde..
Siz, em. Gen. Evren... Siz; bu fakir halkın vergilerinden cebinize akıtılanlarla daha bir semizlenirken; kocaman insanlar, bizzat (rahmetli) anam bile çamurda, kışta-kıyamette, tarla ve toprak yollarda çarık bile bulamaz, yalınayak çalışır/dolaşırlardı; biz çocuklar ki, hiç..
Siz bu halktan işte o kadar uzaktaydınız, hâlâ da uzaktasınız; em. Gen. Evren ve benzerleri..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi