Yakın tarihimizin seçim tarihi
Başöğretmen Hikmet Bey’e göre, “Padişahların her isteği kanundu... Cumhuriyet sayesinde bir kişinin keyfine göre yönetilmekten kurtulmuştuk...”
Bu iddia doğru değildi, çünkü ben ilkokula başlamadan iki yıl öncesine kadar kendisine “Milli Şef” (aynı yıllarda Almanya diktatörü Hitler’in unvanı “Führer”(şef), İtalya diktatörü Mussolini’nin “Duçe” idi) dedirten İsmet İnönü iktidarı vardı. Asıl “dediği dedik” olan oydu. Çünkü Meclis, İsmet İnönü’nün belirlediği isimlerden oluşurdu. Muhalefetin ise adı bile yoktu.
İnönü, padişah yetkilerini aşan seviyede tek yetkiliydi (Atatürk dönemini hiç karıştırmayalım, zira ne söylesek ya “suç”, ya “suça teşvik”, ya “suç kastı”, ya “hatırasına hürmetsizlik”, hatta “hakaret” vs. sayılıyor, anında soruşturma açılıyor)... Sözün tam manasıyla “astığı astık, kestiği kestik”ti.
Bütün devlet tüm kurumlarıyla birlikte “tapulu mal”ı imiş gibi davranıyor, “bu yanlış” diyeni anında ihraç edip süründürüyordu.
Buna rağmen tarihi tersine çeviremedi. Demokratikleşen dünyada git gide yalnızlaştı. Hele bir de Almanya diktatörü “Führer” (şef) unvanlı Hitler’le, yine “şef” anlamına gelen “Duçe” unvanlı Mussolini de sahneden çekilince (Hitler intihar ederek, Mussolini asılarak), “emsalsiz” kalakaldı.
Buna rağmen iktidarı bırakmayacaktı, ancak toprak reformu görüşmeleri sırasında partisinin bazı izan sahibi milletvekilleri (Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan) partinin liberalleşmesi gerektiğini savunarak muhalefet bayrağını açınca, çaresiz kaldı: Gerçi onları da anında partiden (CHP) ihraç etti, ama Demokrat Parti (DP) ismiyle yeni parti kurmalarına göz yummak zorunda kaldı.
Fakat beklemediği (aslında beklemesi gerekirdi) bir şey oldu. DP’nin kuruluşu vatan sathında müthiş bir heyecan dalgası meydana getirdi. O kadar ki, tüm baskıları sonuçsuz bırakıyor, yeni parti her yerde hızla teşkilatlanıyordu.
Bunun üzerine “Baskın basanındır” anlayışına tutunup, DP teşkilatlanmasını tamamlayamadan, egemenliği altındaki Meclis’e “baskın seçim” kararı aldırdı. (05 Haziran 1946). Ne var ki çıkarılan kanun çok tuhaftı: Kanun padişahlık döneminde bile görülmeyen bir antidemokratik kural getiriyordu. Bu kurala göre oylar açık (iktidar partisinin emrindeki polis ve jandarmaya göstere göstere) kullanılacak, ama kapalı kapılar arkasında gizli gizli sayılacaktı (açık oy gizli tasnif).
Tabii her türlü hile hurda yapılabilecekti.
Bu yüzden 1946 seçimi “şaibeli” olarak tarihe geçti. DP’ye oy verenlerin de canına okundu.
“Şaibeli” seçimi DP kaybetmiş görünüyordu. Fakat bu, DP’ye yönelişi durduramadı, tam tersine arttırdı.
Ve 14 Mayıs 1950 günü yapılan genel seçimlerde DP ezici bir Meclis çoğunluğu elde ederek 408 milletvekilliği kazandı.
CHP ise sadece 69 milletvekili çıkarabilmişti (Millet Partisi 1, bağımsızlar 9).
CHP’nin TBMM açıldığından beri süren 30 yıllık muhalefetsiz ve kesintisiz iktidarı yerle bir olmuştu.
Cumhuriyet döneminin çok partili üçüncü genel seçimi 02 Mayıs 1954 tarihinde gerçekleşti. Demokrat Parti yüzde 57. 5 oy oranıyla Türkiye Genel Seçimleri tarihinde bugüne kadar kırılamamış bir rekor kırdı. Bu oy oranı DP’ye 502 milletvekilliği kazandırdı.
27 Ekim 1957 seçimlerinde oy oranı biraz düşmekle (yüzde 47) birlikte birinciliğini korudu ve 424 milletvekili çıkardı. CHP, 178 milletvekilliğinde kalmıştı.
Artık anlaşılmıştı ki, DP, seçim yoluyla durdurulamayacaktı. Başka bir yol bulunmalıydı. Darbe ile durdurdular (27 Mayıs 1960 askeri darbesi).
Not: Dün hemen hemen tüm yazarlar seçim sonuçları üzerine çeşitlemeler yazdı. Bugün de aynı minval üzere devam ediyorlar. Ben “malumu ilân” etmektense yakın tarihimizin “seçim tarihi”ni hatırlatmak istedim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.