Cemal Nar

Cemal Nar

Ey Seçilenler Büyük İmtihandasınız

Ey Seçilenler Büyük İmtihandasınız

İşte kampanya bitti ve nihayet sizler seçildiniz. Hayırlı olsun. Ankara’ya doğru sefere çıkmaya hazırlanıyorsunuz. Aslında nereye gidiyorsunuz biliyor musunuz? Ben söyleyeyim; ya halka hakkıyla hizmet ederek Cennete, ya da vazifenizi gereği gibi yapmayarak emaneti zayi etmiş ve halka zulmetmiş bir insan olarak Cehenneme.


Evet, Ankara’da hem Cennet var, hem de Cehennem! İmtihan başladı, haydi hayırlısı…


Ulu dağlar girmedi, yerler ve gökler girmedi insanın girdiği sorumluluk altına, emanet altına. Ama insan gönüllü girdi. Ve şimdi de siz, insanların arasından özellikle de siz ey milletvekilleri, siz girdiniz bu yükün altına. Siz de gönüllü girdiniz. Bu işin azametini tam bilseydiniz girer miydiniz acaba?


Başarılı olursanız büyük iş, büyük sevap, büyük onur var. Başaramazsanız kendinizi elinizle tehlikeye attınız demektir. Allah pişman etmesin, utandırmasın. Aman her anınıza dikkat ediniz, gaflete gelmez.


Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (sav) şöyle buyururlar:


“Ümmetimden herhangi bir kimse insanların işinin başına gelip de onları, kendisini ve ailesini koruduğu gibi korumazsa, asla cennet kokusunu koklayamaz."


"Kim Müslümanların işine tayin edilirse, onların ihtiyacını görünceye kadar, Allah onun ihtiyacını görmez."


“Kıyamet gününde cehennem ehlinden en şiddetli azap gören, bir peygamberi öldüren veya bir peygamberin öldürdüğü kimse ve bir de zalim hükümdar (ve zalim yöneticiler)dir." (Hadisler için bkz. Rudanî, Cem’u’l Fevaid, 3/165 vd.. Daha fazlası için oraya bakılabilir.)



Burada seçim öncesinde sizin ağır sorumluluğunuzu anlatan yazılar yazmıştım. O yazdıklarımı okuyan bir Belediye Başkanı “Bir ara çekilmeyi bile derin derin düşündüm hocam” demişti.


Acaba şu iki hadiseyi okuduktan sonra milletvekilliğinden ayrılmayı düşünen birileri olur mu? Bilmem, belki de olur. En azından enine boyuna düşünen ve “nasıl bir işe çatmışız yahu?” diyen bulunur inşallah!


Adiyy İbn-u Amire el-Kindi (radiyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Rasulullah (A.S) buyuruyorlar ki:


-Bir işe memur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hıyanettir (gulül), kıyamet günü onu getirecektir. (Haksız yere devlet malı yemenin korkunç vaziyetini anlatıyor.)


Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak:


-Ey Allah'ın Rasulü! Şu vazifeyi benden geri al! Dedi. Hz. Peygamber (a.s.):


-Sana ne oldu? diye sordu.


-Senin az önce şunu şunu söylediğinizi işittim ya! deyince Hz Peygamber (a.s.):


-Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır; ne yasaklanırsa onu terkeder.” (Müslim, imaret 30 (1833))


Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor:


-"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, beni memur ta'yin etmez misin?"


Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da:


-"Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. Hakkını veremediğin takdirde kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz edâ ederse o hâriç" buyurdu."(Müslim,, İmâret 17, (1826); Ebû Dâvud, Vesâyâ 4, (2868); Nesâî, Vesâya 10, (6, 255))


İslam tarihini dikkatle inceleyenler, devletin başında bilgili, adil idareciler olduğu sürece devletin güçlenerek geliştiğini, böylece halkın devlete güveninin arttığını, İslam'ı yaşamanın kolaylaştığını, dolayısıyla toplumun barış, huzur ve saadetinin sağlandığını, sonuç itibariyle refahın artarak ümran ve uygarlığın geliştiğini gözlemlerler.


Bugün siz de ey seçilenler, vazifenizi doğru dürüst yaparsanız, çok muhtaç olduğumuz bu güzellikler yine olacaktır. Yok yapmazsanız, sizi kim kurtarabilir?


İdarecilik ve memurluk hakkını veremeyenler için ahirette korkunç bir rezillik, rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak görevini yapanlar için endişelenecek, korkulacak bir durum yoktur. Devletin işini hakkaniyetle yürüterek ümmete hizmet edenler, faziletli insanlar sayılır. Dünyada ve ahirette ücret ve sevaplarını alacaklardır.


İşte konuyla ilgili bazı hadis-i şerifler. (Rudanî, Cem’u’l Fevaid, 3/165 vd. Daha fazlası için oraya bakılabilir.)


"Dört Kimse vardır ki, Allah onlara gazap eder: Çok yemin eden satıcıya. Gururlu, kibirli gence. Yaşını başını almış zinâkara. Zalim hükümdara.”


"Dikkat edin ey insanlar! Allah zalim bir hükümdarın namazını kabul etmez."


"Üç kimsenin Cenab-ı Hak “la ilahe illallah” şehadetini kabul etmez. Onlardan biri de zalim hükümdardır."


"Bir adam, on kişinin emiri bile olsa, mutlaka kıyamet gününde elleri bağlı olarak getirilecektir; Onu ya adaleti çözecek, ya da zulmü helak edecektir."


Seçimler bitti, asıl sorumluluk şimdi başladı. Seçilenler ve bütün yöneticiler olaya bir de bu açıdan bakmayı asla unutmamalıdırlar. Seçilemeyenler de “hakkımızda belki de böyle hayırlıdır” diyerek teselli bulmalıdırlar.


Evet, Ey Milletvekilleri, imtihandasınız. Bahaneniz bitmiş, sorumluluğunuz artmıştır. Kulağınıza küpe olsun şu sözümüz: Gittiğiniz Ankara sizin ya Cennetiniz, ya da cehenneminizdir. Bizden uyarması…


Son bir konu; burada yaptıkları yorumlarda ve adresime attıkları maillerde geçen üzüntülerini bildirme, uyarma veya az da olsa hakaretlere bakıldığında “kâr zarar, sevdim Hüseyin’i” diyerek Saadet Partisini desteklemiş kardeşlerimizden bazıları bize fena kızmışlar. Onlara değer vermesem, aldırmazdım. Ama değer verip sevdiğim için şunları müsaadenizle söyleyeyim:


Ben onların hakaret etmeden eleştirdiğim bazı üslup ve siyaset tarzlarını beğenmesem de kendilerini ve davalarını seviyorum. “Dost acı söyler, ama doğru söyler” diyerek dalkavukluk yapmıyor, nasıl olurlarsa büyür ve halkı kazanırların yolunu da acizane göstermeye çalışıyorum. Bir önceki yazımdaki tavsiyeleri not alırlarsa kendileri kazanırlar. Keşke bu %1.24 oy oranı üzerinde derin derin düşünseler, muhasebe yapsalar, özeleştiride bulunsalar. Uzun bir müddet bunu bekleyecek ve bu kardeşlerim hakkında lehte aleyhte hiçbir şey yazmayacağım.


Ben buradaki yazılarımdan ücret almıyorum. Bir iş veya ticaretim yok. Bana emeklilik ücretim yetiyor çok şükür. Dünyalık bir beklentim de yok artık hamdolsun. Ne devlete, ne millete, ne bir parti ve cemaate, ne de bir kişiye, kısacası Allah Teâlâ’dan başka kimseye minnetim de yok.


Müslüman kardeşler olarak birbirimizi sevmeliyiz. Bu manımızın gerektirdiği bir mecburiyettir zaten. Bu yüzden birbirimizi anlamalı ve yanlış görürsek dostça, nazik ve kibar bir dil ile uyarmalı, çok çok görüşüne katılmadığımızı söylemeli, ama asla hakaret etmemeliyiz. Benim böyle yapamadığım yer şayet olduysa, o noktalardan ötürü muhataplarından özür diler, helallik isterim. Bana hakaret eden Müslümanlara da hakkımı helal ediyorum.


İslam Ahlakının en temel ilkelerindendir: Gönlümüzde Müslümanlara karşı kin ve nefret olmasın, sinelerimiz onlara karşı sâf olsun inşallah. Tıpkı Ebu Damdama gibi. Bu en büyük erdemlerdendir.


Ne mutlu böyle yaşayanlara!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi