Kürt sorunu çözülecek mi?
Çözüm için her şey mevcut.
Ulus devlet formuna geçildiği Cumhuriyet'in başlangıcından beri, bugün yakaladığımız fırsatın bir benzeri önümüze hiç çıkmadı.
Çözüm için önce bazı şeyleri ayırmamız lâzım. Kürt sorunu dendiği zaman, birbiriyle irtibatlı ama birbirinden farklı üç sorunu birbirine karıştırıyoruz. Biri PKK şiddeti ile süren terör sorunu. İkincisi, Kürtçenin kullanımı ve kimliklerin bir parçasını oluşturduğu Kürtlerin eşit ve onurlu vatandaşlık talepleri; yani gerçek Kürt sorunu. Üçüncüsü de, yükselen Kürt ulusalcılığının ulusal özlemleri. Merkezde Kürt sorunu var. Çözüm dediğimiz ise, bu asıl sorunu çözüp diğer ikisini hafifletmek. Akan kanın durması, terör sorununun bütünüyle çözülmesi ve Kürt ulusalcılığının şişen egosunun tamamıyla indirilmesi zor. Sadece marjinalleştirmek ve böylece önemsiz hale getirmek mümkün.
Bizi çözüme yaklaştıran avantajlar neler?
Birincisi, 'bu sorunu çözeceğim' diyebilecek ve söylediğini de yapacak güçte rakipsiz bir iktidar var. 'Hükümet etmek' ile 'iktidar olmak' arasındaki farkı hatırlayalım. AK Parti, üçüncü dönemine oylarını artırarak başladı. Demokratik meşruiyeti zirve yaptı. Birinci döneminde siyaset üzerindeki askerî vesayeti, ikinci döneminde -12 Eylül referandumu ile- yargı vesayetini kaldırdı. İktidarının ortağı yok. Zorlu bir soruna el attığı zaman, enerjisinin önemli bir kısmını arkasını kollamaya ayırmak zorunda değil. Devlet emrinde. Halkın güveni hemen yanı başında. 'Çözüyorum' dediği zaman, bu çözümün doğru çözüm olduğuna herkes güvenecek. Sağlam bir iktidar, risk alma kapasitesi yüksek bir iktidar demek.
İkincisi: AK Parti hem Kürtlerin hem de Türklerin yegâne partisi. Kürtlere de hitap edebilen bir partinin çözüme talip olması iki kesim için de ikna edici değil mi?
Üçüncüsü: CHP bu seçim döneminde çözümün tarafı haline geldi. Kılıçdaroğlu'nun Avrupa Konseyi yerel özerklik şartını dile getirmesi, tek başına anamuhalefet partisini çözüm önünde engel olmaktan çıkartacak bir ilerleme. Kürt sorununun çözümü, tam da CHP'nin parmak bastığı yerde bulunacak. Kürt siyasetçilerinin istediği 'demokratik özerklik' onlara verilmeyecek. Yerelleşme bütün Türkiye çapında gerçekleşecek.
Dördüncüsü: MHP'nin bu genel atmosferdeki yumuşama ile paralel olarak basit ve sığ 'ihanet' söyleminin dışına çıkacağını, Kürtleri de içine alan bir 'millî birlik' projesini, devletin bekası adına devreye sokacağını umabiliriz. Bahçeli'nin Diyarbakır mitingi bu umut için zayıf da olsa bir işaret olmalı.
Beşincisi: BDP, Kürtlerden 'sorunu çöz' talimatını, 36 milletvekili ile aldı. Ama bu talimatın içinde Kürt ulusalcılığını tatmin etme görevi yok. BDP, bu seçimleri Kürtlerin siyasal statüsü için bir referanduma dönüştürdü. Ama bu referandumdan yeterli desteği alamadı. Belki de Kürt etnik siyasetinin alabileceği halk desteği, bir daha bu seçimin üzerine çıkamayacak. Beklendiği gibi kan durur ve çözüm yaklaşırsa, 'ortak düşman'a karşı ittifak eden Kürtler çoğullaşmaya ve kendi özgün yollarını bulmaya başlayacaklar. BDP'nin İslamcılıktan Marksizm'e uzanan zengin yelpazesi bu ittifakın, sorunun çözümüne dair olduğunu gösteriyor.
Altıncısı: Uluslararası konjonktür Türkiye'nin telaşsız ve makul bir çözüme dikkatini vermesi için son derece elverişli.
Anayasa gündemi ise çözüm için altın bir fırsat sunuyor. Türkiye yeni siyasî düzenini kurmaya çalışırken Kürt sorununu etkili bir manivelaya dönüştürebilir. Elbette dezavantajlar da var. En başta varlığı çözümsüzlüğe bağlı olanlar, bir hayat-memat mücadelesi verecekler. Onları ikna edecek adım ise bir genel af.
'Kürt sorunu çözülecek mi?' sorusuna olumlu cevap vermek için çok fazla gerekçemiz var. İlk iş, çözüme odaklanmış bir dilin, yapıcı bir üslubun siyasete egemen olması. BDP'lilerin her söze tehditle başlamaktan vazgeçmesi bu yolda ilk adım olabilir.