Devlet Bahçeli... Tanımak!..
Bir tebliğ yayınlanmıştı;
“Hamule tebliği.”
Amerika Birleşik Devletleri makamları tarafından Türkiye’ye ithal ve buradan ihraç olunacak askeri malzeme, teçhizat, ikmal maddeleri ve eşyalarının (Destek Hamulesi) giriş/çıkış ve ülke içi nakil işlemlerinin yürütülmesinde -bundan böyle- uygulanacak hükümleri düzenleyen bir tebliğ...
O güne kadar, limanlarımızdan giren ‘ABD mühimmatı’ Asker tarafından denetleniyordu.
Düzenleme bu denetimi büyük ölçüde devre dışında bırakıyordu.
Bilhassa, ABD-İsrail kaynaklı girişler üzerindeki denetimin büyük ölçüde kaldırılmasının çeşitli “tehlikelere” yol açabileceğini düşündüm.
“Kimyasal malzeme, silah, bomba, provokasyon vesaire...”
Bana göre “Sıkı Denetim” zaruriydi...
Bu denetimin “gevşetilmesi” gibi bir kararı ancak TBMM verebilirdi.
Tebliğ ile Meclis devre dışında bırakılmış oluyordu...
Konuyu bu konulardaki duyarlılığına ve uzmanlığına itimat ettiğim Sayın Mustafa Kamalak’a götürdüm.
Sayın Kamalak, tebliği iyice inceledikten sonra,
“Gerçekten de sıkıntılı bir durum. Tebliğ’in yol açtığı boşluktan istifade, Türkiye’ye büyük miktarlarda kimyasal silah ve diğer materyal girişinin yolu açılır” dedi.
Peki yapılması gereken neydi?..
“Hemen Danıştay’a başvurmak... Durumun aciliyetine binaen yürütmeyi durdurma ve iptal talebinde bulunmak!..”
Bu işi bir “Milli Görüş” mensubu Sayın Kamalak organize edebilirdi.
Ancak, bu işe “Sisteme yakın” bir parti olan MHP’nin el atması “sonuç getirici” olurdu.
Bu düşünceyle, MHP önde gelenlerinden Sayın Mehmet Şandır’a gittim.
Ve elimdeki kağıdı uzatarak “Bu tebliğden haberiniz var mı?” diye sordum.
Tebliği dikkatle okuyan Şandır’ın ilk tepkisi “Allah Allah, bu nasıl olur?” şeklindeydi.
“Bu metni bırakayım. Gerekli incelemeleri lütfen yapın. Sonra görüşelim” dedim.
Bir hafta sonra görüştük.
Sayın Şandır, “Haklısınız, bu tehlikeleri beraberinde getiren bir tebliğ. Mutlaka hukuki girişimlerde bulunmak lazım... Öyle değil mi?..” dedi.
“Milliyetçilik kavramını en çok kullanan parti olarak bu iş size düşer. Siz Danıştay’a giderseniz ben de bunu haberleştiririm” karşılığını verdim.
“Tamam” dedi Sayın Şandır, “Bunu Sayın Bahçeli ve diğer arkadaşlarımızla ele alalım ve gerekli girişimlerde bulunalım.”
Bir hafta sonra yine görüştüm Sayın Şandır ile...
“Ne oldu, Danıştay’a gidiyor musunuz?..”
“Hayır” dedi, “Yönetimde tartıştık, bunu yapmayacağız!”
“Niçin?..”
“Uygun görülmedi!..”
“Bunun tehlikesine siz dikkat çektiniz. Şimdi de bunu söylüyorsunuz... Eğer tebliğin sakıncası yoksa söyleyin... Ancak sakıncalı olduğunu düşündüğünüz halde böyle davranılıyorsa... ‘Sayın Bahçeli ABD- İsrail’i karşısına almak istemiyor’ diye düşüneceğim ister istemez!..”
Sayın Şandır, sevdiğim devlet adamlarındandır.
Bu “tebliğ” daha doğrusu Sayın Bahçeli’nin tavrı yüzünden aramız biraz “limoni” hale geldi.
Ben de Sayın Şandır’ı böyle “zor durumda bıraktığım” için üzüldüm.
Evet, Sayın Bahçeli ABD-İsrail’i rahatsız edecek bir işe imza atmak istemiyordu!..
Sayın Kamalak’a gittim...
“Siz başvurur musunuz Danıştay’a?” dedim.
“Başvurdum bile!” karşılığını verdi.
Yürütmeyi durdurma ve iptal başvurusunu üç gün evvel yapmıştı Sayın Kamalak...
“MHP’nin tavrını” anlattım...
“EEEE” dedi...
“Her şey ortada!”..
Evet... Bu başvuru yapıldı.
Ve Danıştay’dan “Yürütmeyi durdurma ve iptale yer olmadığına” dair karar çıktı!..
Danıştay, bir “yürütme” düzenlemesine ilk kez destek veriyordu.
Ne güzel; Asker de bu düzenlemeye denetim alanının daraltılmış olmasına rağmen karşı çıkmıyordu!..
Özlenen mutabakat bu konuda sağlanmıştı!..
Sayın Kamalak ile birbirimize baktık...
Dudaklarımızda acı tebessüm!..