Başbakan kriz yönetiyor
Kriz yönetimi, bir olağanüstü durum yönetimi. Başbakan'ın çok sevdiği bir benzetme: 'İyi kaptan, fırtınalı havada belli olur.'
Fırtına çıktığı zaman kaptanın dizginleri ele alması da bir tür kriz yönetimidir. Tayyip Erdoğan'ın 'ustalık dönemi' Meclis'teki yemin krizi ile başladı. Bütün kozlar elinde; her şey kontrol altında. Fırtınalı havada geminin başında kriz yönetiyor. Muhalefet partilerinin tamamı bu yönetime tabi.
Başbakan krizi, sağlam bir strateji ile yönetiyor. Sorunu bir fırsata dönüştürüp, büyüterek çözmeyi amaçlıyor. Sorunu büyüterek çözmek, başka sorunların çözümünü de krizin çözümüne eklemek demek. Türkiye, bu krizden, yeni anayasa konusunda ileri adımlar atarak çıkacak.
Krize biraz farklı ve iyimser tarafından bakmayı deneyelim:
Birincisi, Kürt ulusal siyaseti Türkiye'nin geri kalanı ile bütünleşiyor. Sorun sadece BDP'nin değil, üç muhalefet partisinin de ortak sorunu. Çözüm, yine ortak paydada bulunacak. BDP'li bağımsızlar, Diyarbakır'da grup toplantısı yapmak gibi sembolik tepkilerle tavırlarını sertleştiriyorlar. Ancak BDP, hâlâ çözümün bir parçası. Bu sert tavır, uzlaşmaya açık. Yıllar önce rahmetli Orhan Doğan'dan dinlemiştim. DEP milletvekillerinin tutuklanması sırasında Kürt politikasının nasıl Türkiye'nin geri kalanından ayrıldığını ve yalnızlaştığını anekdotlarla anlatmıştı. Bugün tam tersi bir durum söz konusu değil mi? Özellikle kriz çözülürse.
İkincisi, milletvekili dokunulmazlıkları parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı. CHP, dokunulmazlık konusunu hükümete karşı bir muhalefet aracına dönüştürerek kaldırılmasını talep ediyordu. Şimdi Mustafa Balbay'ın ve Mehmet Haberal'ın serbest kalması, milletvekili dokunulmazlıklarının mevcut halinden bile daha geniş düzenlenmesi ile mümkün. Milletvekili dokunulmazlıkları, yani demokrasi kuvvetlendirilerek bu kriz aşılacak. CHP de bu kuvvete katılacak.
Renklilik, üçüncü bir kazanç. MHP grubuyla Meclis'te ve yemin ediyor. CHP, Meclis'te ama yemin etmiyor. BDP ise ikisini de yapmıyor. Demokrasinin bu renklere ve farklılıklara ihtiyacı var.
Dördüncüsü ve en önemlisi: Bütün yollar yeni anayasaya çıkıyor. Üç muhalefet partisinin de çarptığı duvar, temsil kurumunun itibarını ve gücünü zayıflatmak için askerî vesayet düzeninin inşa ettiği bir duvar. Ne güzel, el birliği ile bu duvar yıkılacak. Anayasa'nın 83. maddesinin değişmesi gerekiyor. Bu madde içinde yer alan 'Anayasa'nın 14'üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır' ibaresinin çıkartılması çözüm için yeterli...
Bugün Meclis'teki manzara bir felaket tablosu değil. Kriz aslında bir doğum sancısı. Yeni bir anayasanın doğum işaretlerini takip ediyoruz. Başbakan ise bu doğuma ebelik yapacak. Kriz, sadece cezaevindeki milletvekillerinin serbest bırakılması ile çözülmeyecek. Bütün tarafların iştirak ettiği ve demokrasinin en temel esaslarına dair bir uzlaşma kendiliğinden bu krizi çözmüş olacak. 24. Dönem Meclisi'nin daha işin başında bir Kurucu Meclis gibi davranmak zorunda kalması, iyimser olmamız için yeterli değil mi?
Başbakan krizi yönetiyor. Çözüm onun elinde. Muhalefet partilerine dönüp: 'Tutukluları neden aday gösterdiniz?' serzenişinde bulunmaya hakkı var. Üç parti de hukuka karşı hile yöntemini kullandılar. Milletvekili dokunulmazlığını görülmekte olan davalara müdahale aracına dönüştürdüler. Bu krizden sonra, hilenin tasarlandığı şekilde işlemesi mümkün mü? Kriz, muhalefetin eseri; ama çözüm Başbakan'ın elinde. Bu sorumluluğu yerine getirmek için ise mutlaka muhalefetin adım atması gerekiyor. Başbakan da diyaloğa açık bunu söylüyor; 'önerilerini getirsinler' diyor.
Demokrasimiz doğum sancıları çekiyor. İyi tarafından bakalım. En nihayetinde nur topu gibi bir anayasamız olacak.