Kötülükle Mücadele Şekilleri
Bir kötülükle emretme gördüğümüz zaman ona itaat etmemekle beraber, o kötülükle mücadele ederek onu ortadan kaldırmayı da amaçlamalıyız. “İtaat” konusunun önemli bir parçası da budur.
O meşhur Hadis-i Şerifi bir daha okuyalım:
"Sizden bir kötülüğü gören, onu eliyle düzeltsin. Gücü yetmezse, diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin, ama bu imanın en zayıfıdır." (Müslim, İman, 78)
“Evet, kötülük önlenmelidir. Fakat bunun için ilim, ahlak ve güç gerekir. “Güç yetirme” elbette çok önemlidir. Bunu da gündeme alalım” demiştik, şimdi alalım inşallah.
Elbette kötülük önlenmelidir, ama her zaman bunun için gerekli olan "güç yetirme" elde olmayabilir. Şimdiki toplum düzeninde kimsenin kimseye ceza vermesi mümkün değildir. Bırakın başkasını, insan kendi evladına bile bunu yapsa artık sorun çıkabilir. Bu iş devletin ve mahkemelerin yetkisindedir. Bunu dinlemeyip de “hayır, ben de ceza veririm” demek, hem nefsaniyettir ve ahlakî değildir, hem de bu kavga demektir, karmaşa, kargaşa ve kaos demektir. Bir toplum için bundan kötüsü olamaz.
O takdirde güç oranında müdahale gerekir. Yani el ile bilfiil düzeltmeye güç yetmiyorsa, dil ile nasihat ederek, kırmadan, incitmeden, hakaret ederek nefsini savunur pozisyona düşürmeden ona yanlışını anlatmak, güzelce açıklamak gerekir. Dinlemiyorsa, iş kavgaya varacaksa, daha fazla konuşmaya, kızmaya, tekdir ve tehdide gerek yoktur.
Bu zamanda evlat babasını dinlemiyor, öğrenci öğretmenini dinlemiyor, elin yabancı adamı seni haydi haydiye dinlemeyebilir. “Beni nasıl dinlemezsin?” diye nefsimizin kabarmasına ve öfkelenmesine, ya da alınganlık yaparak kırılıp küsmesine gerçekten gerek yoktur. Fakat kötülükle mücadele burda durmaz, bilakis devam eder. Nasıl mı?
O takdirde kalp ile düzeltme devreye girer. Yani, suç ve günah büyükse ilgiyi kesebilir, Allah için küsebilir, tavır koyabilirsin. Suç küçükse surat asma, duyarlılık gösterme, soğuk davranma yeterlidir. Karşıdaki adamsa anlayacaktır ve değerlendirecektir. Değilse çabalar zaten boştur.
Fakat mutlaka ve mutlaka bunlardan birisi ile de olsa kötülükle mücadele bir şekilde olmalıdır. “Herkes beni sevsin, kimseyle kötü olmayayım” düşüncesi insanı münafıklığa kadar götürebilir. O yüzden adamın arkasından kötü söyleyip de karşılaştığında yüzüne gülüyor ve “saygılarımı sunarım efendim” diyorsa, bilsin ki münafıklaşma süreci başlamıştır. Allah hepimizi bundan korusun.
Münafıklaşmaktan sürekli korkmalı ve bu açıdan kendimizi sık sık kontrol etmeliyiz, muhasebe ve murakabe yapmalıyız. Hz. Ömer bile kendinden bu açıdan korkarken ve Hz. Huzeyfe’ye sorarken, biz nasıl kendimizi emin ve güvende hissedebiliriz.
Ebu Talip eı-Mekkî’nin “Kûtu’l Kulup” kitabında şu cümleyi ilk defa okuduğumda kellem gövdemden koptu sanmıştım: “men emine mine’n nifak, fehüve münafık.”
Ne demek?
Bunun manasını yorumcu kardeşlerime bırakıyorum. Aralarında Arapça bilenler var. Bir zahmet ilgilensinler istiyorum. Böylece okuyucularım yorumları dikkatle okuduğumu da anlamış olurlar.
Hatta yeri gelmişken birkaç tanesine ufak bir cevap vereyim:
“I.Serter” rümuzlu kardeşim, seni saygılı ve ölçülü yorumlarından ötürü tebrik ederim. Ancak endişen yersizdir. Bu yazı dizisi adım adım konuyu açmaktadır. İşin içinden çıkamama diye bir şey yoktur. “Alimlerin sözleri bırak” deyişinizde de yanılıyorsunuz. Eğer öyle olsaydı ben dahil hiç kitap ve yazı okumamanız, sadece Kur’an ve Sünnet okumanız gerekirdi değil mi?
Yine sevgili “hakkımvar “ rumuzlu yorumcum, seni dikkate almaz olur muyum? İyi ama sen beni dikkate alıyor musun? İstediğin konuyu yazdım, herhalde az buldun. Tamam, biraz sabret, yeri gelsin, yine yazalım inşallah.
“Tata Tonga” kardeş, sana acizane tavsiyem şu “ne derse desin benim için sıfırdır” ağzını bırak. Düşmanından bile öğreneceğin çok şey vardır. Lokman Hakimi hatırlsana, edebi kimden öğrenmiş? Elmalılı hakkında “egulü” kardeşimizi dinle, onu yeniden bir araştır, sanırım çok utanırsın.
Hepinize selamlar, dualar…