Bir ailenin trajedisi
Belçika basınında okuduğum bir haber, beni gençliğimin ilk yıllarına götürdü. 1960'ların ortalarına...
O yıllarda bir yandan üniversitede okurken, bir yandan da İzmir'deki Fransız Kültür Merkezi'nde çalışıyordum. Merkez'in zengin bir kitaplığı ve kaliteli bir sinema kulübü vardı.
Gerek kütüphaneye, gerekse sinema kulübüne abonelikte İzmir'deki Museviler başı çekiyordu.
Amado'lar, Eskinazi'ler, Navaro'lar, Varon'lar, Levi'ler, Bencuya'lar ve daha niceleri.
Kitaplığın en düzenli müşterilerinden biri iri yarı, boylu boslu, gür kaşlı, yaşı 60'ların üstünde bir Musevi'ydi.
Haftada en az iki kez uğrar, okuduğu kitapları teslim edip, çantasında bir yığın kitapla giderdi.
O, Alaluf idi. Aklımda yanlış kalmadıysa, İzak Alaluf. (Soyadı İbranice'de "Aşiret reisi" anlamına geliyor.) Pek konuşmazdı.
Soylu mu soylu bir duruşu vardı. Yüzünden zaman zaman keder bulutları geçerdi.
Çok geniş bir sülalenin üyesiydi.
ABD'de, Kanada'da, Avrupa'nın hemen tüm ülkelerinde ve Türkiye'de mutlaka Alaluf soyadlı ailelere rastlardınız.
Ama... İkinci Dünya Savaşı yıllarında pek çoğu öldü. Nazi Almanyası'nın toplama kamplarında.
Alfred Alaluf, İzak Alaluf, Leon Alaluf, Moiz Alaluf, Arditti Alaluf, Erik Alaluf...
Bunlar Selanik'ten Auschwitz toplama kampına gönderilen ve orada 1942-1944 arasında hayatını yitiren Alaluf'lardan sadece birkaçıydı.
Aleksandr, Perla, Rejin, Samuel Alaluf...
Kimi 40 yaşındaydı, kimi 30, kimi 10, kimi 7... Onlar da Fransa'nın Bagnolet kasabasından Auschwitz toplama kampına gönderilenlerden birkaçıydı. 11 Kasım 1942'de 45 no'lu konvoyla kampa nakledildiler. Bir daha gören olmadı onları.
Özetle o yıllarda koskoca Avrupa'da bir Türkiye'deki Museviler'in can güvenliği vardı, bir de İngiltere'dekilerin.
Dedim ya; Alaluf'lar tüm Avrupa'ya dağılmışlardı.
Yurt belledikleri ülkelerden biri de Belçika'ydı. Ama oradakilerin de son durakları toplama kampları oldu.
1943 yılının başlarında Brüksel'den Auschwitz'e gönderilen Museviler arasında Israel ve Eugenie Alaluf çifti de vardı.
Kampta onlar için bir ara bir umut ışığı yanmıştı: SS subaylarından bir yüzbaşı, "Bedelini" öderlerse onların salıverilmelerini sağlayabileceğini bildirmişti. "Bedelini" ödediler: O dönemin parasıyla 535.432,50 Belçika Frankı ve 385.000 Fransız Frankı (1943 değerine göre 2.271.500 Belçika Frankı yapıyordu) verdiler SS yüzbaşısına.
Yani toplam 2.806.932,50 Belçika Frankı.
Ama ölüm kampından çıkamadılar. Naziler pazarlığı öğrendiler, yüzbaşıyı "Yahudiler'in sırtından zenginleşmek" suçundan Gestapo mahkemesinde (SS'lerin 12 sayılı mahkemesi) yargıladılar.
Israel-Eugenie Alaluf çiftinin Auschwitz'te ölümleri, 68 yıl sonra yeniden Belçika'nın gündemine girdi.
Üç gün önce "La Derniere Heure" ve "La Libre Belgique" gazetelerinde şöyle bir haber okudum: "Belçika devleti, Israel Eugenie Alaluf çiftinin SS subayına verdiği 2.806.932,60 Belçika Frankı'nı hayattaki iki oğullarına tazminat olarak ödemeyi kabul etti."
Tabii artık ortada Belçika Frankı diye bir para olmadığı için Euro cinsinden ödeme yapılacak. İki kardeşe toplam 72.582 Euro.
Haberde Belçika devletine eleştiri de vardı: "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana paranın değeri çok ciddi ölçüde değişti ama Yahudiler'e -her zaman olduğu gibi- bu kural işletilmiyor."
Bu eleştiriyle kastedilen şu: İkinci Dünya Savaşı'ndan Euro'ya geçildiği 2000 yılına kadar Belçika Frankı 29,10 kat değer kazandı.
Bu durumda Alaluf kardeşlere en az 2 milyon Euro tazminat ödenmesi gerekir.
Haberi okuyunca ilk gençlik yıllarıma döndüm ve İzak Alaluf'un yüzünden gelip geçen keder bulutunu daha iyi anladım.
Nazi toplama kamplarında, Alaluf ağacı kökünden kurutulmuştu. İzmir'deki ve ABD'deki dalları dışında.
Neyse ki, İzak Alaluf, 1970'lerin ortasında İzmir'de huzur içinde dünyaya veda etti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.