Kesin zarar
Seçimler neticesi yeni bir Meclis tablosu oluştu, ama vekillerin yemin merasiminde meydana gelen ‘protesto’ sebebiyle siyaset tıkanmış görünüyor. CHP ve bağımsızların TBMM’de yemin etmemesi sonrası devam eden atışma siyasî havanın yumuşaması değil, daha da sertleşmesine sebep oldu. Karşılıklı ‘rest’leşmeleri, Cumhurbaşkanının devre girmesi de halledemedi.
Elbette, bu sıkıntı da bir şekilde aşılacak ve aşılmak durumunda. Çünkü devlette devamlılık esastır ve TBMM bir şekilde çalışmaya devam edecek. Ancak siyasî parti liderlerinin aralarında sürdürdüğü ‘kavga’dan bütün Türkiye zarar görebilir.
Siyaset cenahındaki gelişmeler en başta ekonomiyi etkilemeye aday. Her ne kadar ihracat artışı ve açıklanan büyüme rakamları müsbet ise de, bu rakamların en küçük krizlerde değişebileceği ortada. Ayrıca, ihracat rakamları büyürken, ithalat rakamlarının çok daha hızlı büyüdüğü başka bir gerçek. Ekonomiyi yakından takip eden uzmanlar, ihracata dayalı büyüme tehlikesine her fırsatta dikkat çekiyorlar.
Mesela, Ankara Ticaret Odası Başkanı, Türkiye ekonomisinin 2011 yılının ilk çeyreğinde kaydettiği büyüme hızının göz kamaştırıcı olduğunu, ancak bu parlak tablonun iç talepteki hızlı büyüme ve cari işlemler açığı gibi kırılganlıkları unutturmaması gerektiğini söylemiş.
Muhtemel tehlikelere dikkat çekmemizden başka mânâlar çıkarılmamalı. Neticede Türkiye’nin ya da başka ülkelerin krize girmesi ihtimal olarak her zaman mümkündür. O halde, yolumuzun önündeki ‘çukur’ları görmeli ve oralara düşmemek için de tedbirlerimizi almalıyız. İhracat rakamlarının yüksek oluşuna sevinmemiz gerektiği gibi, yurt dışından satın aldığımız ürünlerin miktarının çok çok fazla olmasından dolayı da üzülmeliyiz ve tedbir almalıyız. Sadece ‘iyi’ rakamlara bakıp, ‘tehlike’leri görmezden gelirsek hepimiz zarar ederiz.
Çok basitçe, ‘ev’imizi ‘ülkemiz’e benzetebiliriz. Kazandığımızdan daha fazla harcıyorsak, sonunda ağır bir fatura ödeme ihtimalimiz var. Asgarî ücretle çalışan bir kişinin, ‘iki asgari ücret’ kadar harcama yaptığının düşünün. Biriken borçlarını da bankalardan aldığı kredilerle, komşularından aldığı borçla ötelemeye çalıştığını hesaplayın. Böyle bir hayat, muteber bir hayat mıdır?
Hepimiz biliyoruz ki, nüfusumuzun büyük çoğunluğu kazandığından daha fazla harcıyor. Şu anda, borçsuz kaç kişi var? Aldığımız evler, arabalar ya da diğer eşyalar gerçekten bizim mi? Yoksa, aylık taksitler ödeyerek 10 yıl sonra mı bizim olacak? Borcunu henüz tamamlamadığımız eşyalar henüz ‘bizim’ değil.
Bunları bilelim ki, yarın bir gün sıkıntıya girmeleyelim. Tedbirli olursak, muhtemel krizleri de az bedel ödeyerek atlatabiliriz. Ama “Bize bir şey olmaz” anlayışıyla harvurup harman savurursak ödeyeceğimiz bedeller çok ağır olur.
Nasıl ki yeme içme gibi alışkanlıklarda aşırıya kaçmak insanları hasta edip ‘obez’ hale getiriyorsa, aynı şekilde eşya satın almada da ölçüsüzlük toplumun sağlığını bozuyor.
Bankalar, yıllarca kredi kartını teşvik etti. Bu teşviğin yanlış olduğu, bazı kart sahiplerinin intihar etmesiyle anlaşıldı. Şimdi, “Evi olmayana kredi kartı verilmeyecek” şeklinde haberler duyuluyor.
Haklı bir tedbir, ama geç kalmış değil mi? Siyasî krizler, ekonomik krizleri doğurabilir. Dikkatli adım atmakta fayda var vesselam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.