Değişen Ankara siyaseti
Ankara, Türkiye’nin başkenti yapıldıktan sonra asırlardır sahip olduğu tarihi-kültürel muhtevadan uzaklaştırıldı. Cumhuriyetçiler onu “yokdan var edilen şehir” olarak nitelerken, muhalifler de cumhuriyetçilere yaraşır şekilde onun kimliğini inkâr ettiler.
Geçenlerde latin harflerine çevrilmiş 20. asrın başlarına ait bir Ankara Salnamesi (yıllığı) gördüm. Onun bölümleri arasında dolaşmaya başlayınca, bu yüzyılın başında Ankara’nın sıradan bir vilayetten öte sınırlara sahip olduğu hemen dikkati çekiyor. İşte o zamanki “Ankara Vilayeti”nin sancakları: Kayseriye (muhtemelen Niğde ve Nevşehir de bu sancağa dahil), Kırşehriye, Yozgat, Çorum. Bu sınırlar içinde sonradan Kırıkkale vilayetinin de ortaya çıktığını hatırlarsak, şimdiki idarî taksimata göre 8 vilayet Ankara sınırları içinde yer almaktadır. Şimdi Eskişehir’in kazası olan Sivrihisar’ın da Ankara vilayeti sınırları içinde bolunduğu unutulmamalıdır.
Tevekkeli değil, 1920 öncesinde Çorum’da sürgünde bulunan ünlü yazar Refik Halit (Karay), hatıratında Çorum’da bir esnafın çok güzel Ankara türküleri söylediğini belirttikten sonra şu mısraları kaydeder:
Gezi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah’dan korkmaz, sana bana ölüm var!
Ankara Cumhuriyet döneminde üstü küllenen zengin bir kültür birikimine sahiptir. Bu şehri küçümseyenler, Hacı Bayram Veli gibi çok mühim bir şahsiyetin tarihimizdeki rolünü de tam olarak kavrayamazlar.
Hacı Bayram, Ankara’dan Gelibolu’ya ve Edirne’ye, oradan da Balkanlara yayılan Bayrami, Halveti, Celveti, Melami tekkelerinin merkezlerinde yer alır. Balkan müslümanlığının teşekkülünde O’nun önemli mevkii vardır. Üstüne üstlük o mütevazı Hacı Bayram, Yazıcızadelerden Eşrefoğlu Rumi’ye, Şeyhi’ye kadar türkçe eser veren birçok şair ve yazarın geri planında yer almaktadır.
Belki de yalnız Ankara’dadır ki, eski şehirlerin en büyük camisi, ulu camisi, bir padişahın veya başka bir devletlinin değil, bir ahî şeyhinindir. Arslanhane Camii hem büyüklüğü ile, hem iç estetiği ile asla ihmal edilemiyecek bir mimarî eserdir.
“Ankara siyaseti” gömlek değiştiriyor. Türkiye imparatorluk devrinde, İstanbul siyaseti takip ediyordu. Payitaht İstanbul yalnız Osmanlı sınırları içinde yaşayan halkın değil, bütün İslâm dünyasının atıf merkezi idi. Cumhuriyet’in başkenti olan Ankara ise, böyle bir atıf merkezi olmak durumunda değildi. Türkiye’nin doğu (Sovyetler) ile batı (Avrupa-Amerika) dünyaları arasında batıyla hiza tutma, fakat Sovyetlerle de iyi geçinme siyaseti 2. Dünya savaşından sonra çıkmaza girdi. Türkiye Sovyet baskısıyla tamamen batıya angaje bir siyasete mecbur oldu. 1940’lı yıllarda oluşan bu yapı, 1990’lara kadar devam etti.
1990’larda Turgut Özal, doğu blokunun çökmesini de fırsat bilerek Türk dünyasına, İslâm dünyasında yönelik yeni siyasi çerçeveler oluşturmaya çalıştı.
Özal sonrası Türkiye, soğuk harb döneminde olduğundan daha fazla batı siyasetine angaje olunan bir döneme girdi. İsrail-ABD ekseninde sürdürülmek istenen bu siyaset ters tepti. 28 Şubat siyaseti, 28 Şubatçı hükümetlerin bile katlanamayacağı yüksek maliyetlere yol açtı.
Türkiye son on yılda yeni bir “Ankara siyaseti” oluşturuyor. Bu siyaset bir zamanların İstanbul siyasetine benzeyen, fakat ondan farklı yönleriyle bütün bölgeyi, hatta dünyayı etkileyen bir tesir sahası meydana getirdi. Bu Ankara siyasetini, eski Ankara siyasetinden Ankara’nın asırlardır sahip olduğu tarihi-kültürel muhteva ile kurulan ilişki farklılaştırıyor, diyebiliriz.
Ankara, ilk cumhuriyetçilerin küçücük bir kasaba iken yoktan varedilen köksüz şehri olarak değil, tarihi konumu doğru okunan bir merkez olarak dünya siyasetinin belirleyicisi olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.