Kanuni Sultan Süleyman Kur’an’a aykırı kanunlar yaptı mı?
Başlığa çektiğim soru öyle çok soruldu ki, cevap vermek artık “vacib” oldu...
Önce bir konuyu açıklığa kavuşturmak lâzım: Sultan Süleyman’ın “Kanuni” unvanı kanun koyuculuğundan ziyade kanunlara uymasından gelmektedir.
Yabancı tarihçiler “Muhteşem” demeyi tercih eder...
Şimdi soruya cevap arayalım...
Kanuni Sultan Süleyman dini hukuku ortadan kaldırmadı, sadece zamanın değişen şart ve ihtiyaçlarına cevap verecek Kur’ani bazı şerh ve izahları kanunlaştırdı. Bu çerçevede yasal düzenlemeler yaptı. Fatih Sultan da benzer düzenlemeler yapmıştı. Bu düzenlemelerde esas olan, yapılan kanunların Kur’an’a uygunluğuydu. Bunu da bağımsız şeyhülislamlık müessesesi denetliyordu.
Ali Cemali Efendi (meşhur Zembilli) ve Ebussuud Efendi gibi, sadece Osmanlı tarihinin değil, dünya hukuk tarihinin de takdir ettiği dirayetli ve kifayetli (yeterlilik sahibi) iki cevher ismin şeyhülislamlık yaptığı bir devirde, dini inançlara aykırı kanunlar yapmak, Sultan Süleyman gibi son derece güçlü bir padişahın bile haddi değildi.
Böyle bir şeyi Sultan Süleyman asla yapmak istemezdi, ama isteseydi de gerçekleştiremezdi. Çünkü, Halife Hz. Ömer’den bir arşın kumaşın hesabını sorduktan ve aldıktan sonra, Hz. Ömer’in, “Hükme karşı gelirsem ne yaparsınız?” şeklindeki suali karşısında kılıcını çekerek: “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz” diyen sahabi yürekli hukukçuların denetimi altındaydı.
Şimdi bu “denetim”in ne denli titiz yapıldığına ilişkin birkaç örnek sunalım...
Meşhur Bursa Kadısı (yüksek hakim) Molla Fenari, sırf namazlarını cemaatle kılmadığı söylendiği için, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in şahitliğini kabul etmemiştir...
İlk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi, Rum Mimar İpsilanti Efendi’yi bildiğince cezalandıran Fatih Sultan Mehmed’i, “kısas” hükmü gereğince aynı cezaya çarptırmıştır...
Zembilli Ali Cemali Efendi, Yavuz Padişah’ı tahttan indirmekle (hal fetvası) tehdit edip, şiddetli ve hiddetli birkaç fermanını geri aldırmıştır...
Bir İstanbul vaizinin, “Deniz yoluyla hacca gidenler için yol emniyeti kalmamıştır, Malta Şövalyeleri tarafından gemilerimiz yağmalanmakta, hacılarımız esir alınmaktadır, amma padişah sarayında mışıl mışıl uyumaktadır” anlamında çok ağır eleştirilerde bulunması sonucu Kanuni, Girit Seferi’ne çıkmak zorunda kalmıştır...
İstanbul vaizlerinden Himmetzâde Abdullah Efendi, Sultan Dördüncü Mehmed’i (Avcı lâkaplı Padişah) “Hey Padişah, millet sahipsiz kaldı; bil ki şimdi avlanma zamanı değil, ağlama zamanıdır!” diyerek Davutpaşa Camii minberinden haşlamıştır.
Osmanlı tarihinde bunlara benzer sayısız örnek bulmak mümkündür, ancak bu kadarı bile Osmanlı kanunnameleri hakkında bir fikir vermektedir.
Padişahı yüzüne karşı en sert biçimde eleştirebilen âlimlerin yaşadığı bir dönemde, devletin dayandığı dine (tabii olarak İslamiyet) ve esaslarına aykırı kanun yapılabilir mi?
Onsekizinci yüzyılda İsveç’in İstanbul sefirliğinde bulunmuş meşhur diplomat-bilgin Mouradgea d’Ohsson da, “Padişahların şeriat hükümlerine ait hiçbir noktada hiçbir yenilik, yeni bir hüküm koyma yetkileri yoktur.” (Tableau general de l’Empire Othoman, Paris 1788- 1824, c.5, s. 7-8) diyerek bu gerçeğin altını çiziyor.
Keza Sultan Dördüncü Mehmed devrinde on yıl süreyle Fransa’nın İstanbul sefaretinde çalışmış De La Croix, anılarında aynı görüşe yer veriyor: “Türkler kainattaki temel kanunları Allah’ın koyduğuna inandıklarından, ‘kanun yapan’ (Kanuni) unvanı taşıyan padişahın bile kanunlara asla karşı gelemeyeceğini düşünürler.”
Başka söze gerek var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.