“Mahalle baskısı” dedikleri?
Anadolu insanının değerlerini “baskı” yaftasıyla çirkinleştirip, “mahalle baskısı” diye reddetmek? Gürültücü bir grubun peşin hükümler ve kartel medyası imkanlarıyla “çirkin ve ürkütücü bir imaj” üretip, güzeli çirkin diye takdim gayretidir.
Anadolu insanını hedefleyen “mahalle baskısı” ithamı yanlış, haksız bir iftiradır. Bu saldırıyla, Anadolu insanının örfü, adeti, inancı, ahlakı, değerleri kötülenmektedir. Kabulleniliyorsak, değerlerimizi kaybediyoruz demektir. Uyanmamız gerekir. İftira ve saldırı ise, bu bizi biz yapan değerlere saldırıdır. çirkin ve korkunç bir savaştır. Mutlaka açık ve net olarak farkına varıp karşı çıkmamız, korunmamız gerekmektedir.
Anadolu mahallesinin değerleri bin yıldan beri bellidir. Bu mahallelerin değerlerini; “İlim, ilim bilmektir, -İlim kendin bilmektir. –Sen kendini bilmezsin, -Bu nice okumaktır?” diyen, Şeyhi’nin ocağına “Bu kapıdan eğrilik girmez” diyerek doğru odunlar seçen Yunus’lar yoğurmuştur. Savaşta dahi, düşmanının ekili arazisini çiğnetmeyen, bağından yediği üzümün parasını dalına bağlayan inancın, ölümsüz değerler mahallesidir bu mahalle. Şeyh Edibali’lerin sultana nasihatlerini, hayat yapan toplumun mahallesidir bu. Mevlana, “çirkin ahlaklıların ilmi ateşten kötüdür, -Yılan ağzında zehir damlasıdır ab-u hayat” hikmeti gibi elmas taşlarıyla inşa edilmiştir bu mahallenin medeniyet sarayı.
Anadolu mahallelerinde baskı değil, yüce değerler dillenir. Kıymetli dostum, değerli insan Prof. Dr. Saffet Solak’ın ilk tayin yeri, Konya’nın bir köyündeki sağlık ocağıdır. Anadolu insanının, yürekler üzerindeki külleri üfleyerek uyandıran ve parlatan hatırası, Saffet Bey’in ifadesiyle daha da güzelleşir. Ben özetleyeyim: İlk gün istasyona yakın bir evde misafir edilir. Yorgundur, bir an önce yatmayı düşler. Nihayet evin yaşlı hanımına “ne zaman yattıklarını” sorar. “Treni bekliyorum evladım” cevabına, -Bir yakınınız mı gelecek? –Hayır. Geç vakit bir garip köye gelir, bütün ışıklar sönmüş olursa, kapıları çalamaz, sokakta kalır. Işığı yanık görsün ki kapıyı çalsın da misafir edelim” der. Misafir bekleyerek yanar ışıklar bu mahallelerde. Anadolu insanı, bir tefekkür derinliğine sahiptir. Yeşilay Genel İdare kurulunda beraber çalıştığım rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar, soyadı “Kavgalı” olan bir hastasına sorar: “-Kiminle kavgalısın? –Kendi nefsimle beyim. Başka kavga edecek kim var ki”.
Ben, benzerlerini çocukluğumda çok yaşadım. Babam, yatsı namazından çıkışta cami önünde durur, cemaat onu yalnız bırakmazdı. Bir yabancı beklerdi. Son cemaat çıktıktan sonra etrafında toplananlar arasında yabancı görürse, sorar yanında kalacağı bir akrabası veya arkadaşı yoksa, kendinin misafir etmek istediğini söyler, eve getirirdi.
“Midesi bozuk bir dana, bütün ahırı pisler.” Bir veremli aksırığı odadakilere hastalık bulaştırabilir de bin sağlıklı insan bir veremliye şifa sağlamaz. Eskiden her vasıta, yoldakileri alırdı, alırdık. 1965-70’lerden sonra, duraktan yolcu alınmasına, dolmuş ve taksilerden şikâyet başladı. Daha sonra terör, güveni tahrip etti. Yağmur altında vasıta bekleyen insan bile, “acaba böyle bir zamanda kasten mi sokakta?” endişesi doğurdu.
Anadolu insanı Müslümandır, hiçbir zaman yanlış bir baskı doğurmamıştır. Tam tersine yanlış baskıları ortadan kaldıracak, erdem, ahlak, vicdan ve insanlık ışığı yakmıştır. Baskı felaketi Anadolu mahallesinden değil, aklı, çıkara icra eden Fransa Başbakanı Kardinal Richelieu’nun “Dünyanın en namuslu adamının yazdığı altı satırlık bir yazıyı bana getirin… Onun içinden bu adamı asacak bir şeyler mutlaka bulurum” şeklindeki kuvveti zulme dönüştüren iman, ahlak ve erdem yoksulluğundan kaynaklanmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.