“Teslis”leri boşverin, gelin “tesis”leri gezelim
Yargıtay Başkanları bitmeden, “Başkansız” Danıştay’ın BaşkanlarKurulu Bildirisi... O da bitmeden üniversiteler Arası Kurul’un “bildiri”si girdi devreye...
Tam bir “teslis” oluşturdular... Ağızların “lâf” yapmakla, ellerin “siyasî bildiri” yazmakla meşgul olduğu şu günlerde; izninizle, ben bugün “gündemin dışına çıkmak” istiyorum... Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve dün de üniversiteler Arası Kurul’un “siyasî bildiri yarışı”na girip; “kendi işleri”yle değil, “üzerlerine vazife olmayan işler”le meşgul olduğu bir Türkiye’de, ben de “güzel işler”den bahsedeyim...
Bazı “kişi” ve “kuruluş”lar; “millet için” maskesiyle “millet aleyhine” kararlar alıp işleme koyarlarken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerçekten “millete hizmet” için çırpınıyor ama “yaygaracılar” kadar sesini çıkarmadığı için, bu “hizmet”ler yeterince duyulmuyor, duyurulamıyor...
Bana öyle geliyor ki; “hizmetleri yerinde gösterme” kapsamında düzenlenen “Beyaz Gezi”ler ve belediye tarafından yayınlanan “İstanbul Bülteni” gibi dergiler de yetersiz kalıyor!..
Bu “duyuramama”nın sebebi “tevazu” mudur, başka bir sebep de var mıdır, pek bilemiyorum.
45 KİŞİYLE LOJİSTİK DESTEK MERKEZİ’NDEYİZ
Efendim, geçenlerde ben de, eşim ve çocuklarımla birlikte “Beyaz Gezi”ye katıldım... İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “talep gelmesi” halinde kendi hizmetlerini yerinde gösterebilmek için; “otobüs”ler ve bir “rehber” tahsis edip, insanlara “icraat”larını yerinde gösteriyor, “tesis”ler hakkında bilgilendiriyor.
Biz de, başkanlığını Tomris özgüroğlu hanımefendinin yaptığı Büyükçekmece Eğitim ve Kültürü Destekleme Derneği’nin davetlisi olarak katıldık “Beyaz Gezi”ye!..
İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından inşa edilen Lojistik Destek Merkezi’ne gittik... “Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun en büyük Lojistik Destek Merkezi”ne yaklaştığımızda; Belediye’nin “Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi”nde görevli Birsen çetin hanımefendi, merkez hakkında; son derece doyurucu ve oldukça detaylı bilgiler verdi dernek mensuplarına...
Meselâ, dedi ki;
¥ “Halkalı Şehir Parkı içinde inşa edilen Lojistik Destek Merkezi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet birimleri ile araç ve gereçlerinin çeşitli semtlere dağılmasından oluşan israfı ve zaman kaybını önlemek amacıyla hayata geçirildi.”
¥ “Atatürk Olimpiyat Stadı’nın hemen karşısında bulunan merkezimiz, depremde ve diğer muhtemel afetlerde İstanbul’da çadır kentlerin kurulabileceği önemli bir mekân olacak... Muhtemel bir afet anında insanlarımızın bu merkezde ihtiyaçları karşılanacak, kendileri bir süre burada barınabilecek.”
¥ “38 bin metrekare alan üzerine inşa edilen merkezde 2 bin metrekarelik ve 100 bin kişi kapasiteli modern bir yemek üretim tesisi, 6 adet ikişer katlı ve 1100 metrekarelik depo, araçların bakım ve tamiratlarının yapıldığı 600 metrekarelik kademe binası, 500 ton kapasiteli su deposu ve 100 ton et saklama kapasiteli soğuk hava deposu yer alıyor.”
Birsen çetin hanımefendiyi dinleyerek tesislere geldik... Birer çay içtikten sonra, bu defa Lojistik Destek Merkezi’nin müdürü sayın Osman Savaş ve her biri diğerinden değerli yardımcıları geldi yanımıza...
Tomris Hanım’ın eşi Cemal özgüroğlu ile birlikte; kafileyi temsilen üzerimize önlük, ayaklarımıza galoş geçirip, Osman Bey’le birlikte, başladık Lojistik Destek Merkezi’ni adım adım gezmeye...
Osman Savaş Bey, Birsen çetin Hanım’ın verdiği bilgilere ek olarak, şunları anlattı:
“Merkezimiz, eski Halkalı çöplüğü’nün 1 milyon 400 bin metrekarelik bölümü doldurularak inşa edildi... Merkezimizde 38 bin metrekare kapalı alan ve 6 depo mevcut...
Tesislerimiz normal günlerde 15 bin, afet halinde 100 bin kişiye yemek verme kapasitesine sahip...
Allah korusun bir deprem anında hazırlıksız yakalanmamak için çalışmalarımız devam ediyor... Tesislerimizde, 2 yıl dayanabilen vakumlu ekmek üretiyoruz... Deprem anında en çok kirlenen, sular oluyor... Suların arıtılması için araçlarımız mevcut...”
O AN VEYSEL EROĞLU’NU HATIRLADIM!
Bunun gibi, nice bilgi...
Müdür Bey bunları anlatırken, gözlerimin önüne sayın Veysel Eroğlu geliyor... Malûm, Veysel Bey, DSİ Genel Müdürü ve son olarak da çevre Bakanı olmazdan önce “İSKİ Genel Müdürü’ydü...
Hatırlarsınız, 7-8 yıl önce söz etmiştim kendisinden ve hizmetlerinden... Hatta, biraz da “sitem” etmiştim.
öyle ya, kim ne derse desin;
Veysel Eroğlu döneminde; İstanbul, “susuzluktan kırılmaktan” kurtulmuştu... Gelin, görün ki, sayın Eroğlu, “İstanbul’un su tarihçesi”ni, bastırdığı A-4 ebadındaki “4 sayfalık broşür”ün “sigara paketi ebadı”ndaki bir yerine sıkıştırmıştı...
Hayır, abartmıyorum;
Kelimenin tam anlamıyla “sıkıştırmış”tı!..
Hani, dikkatli bakmazsan, göremezsin!..
Oysa, “iddialı bir lâf” ediyordu orada...
“Rakam”ları da ortaya koyup, diyordu ki;
“İstanbul’a son 4 yılda verdiğimiz su; Osmanlı dönemi de dahil, 90 yılda verilen suyun toplamından daha fazladır!”
çok doğruydu... Zaten, “hangi yıl, ne kadar su verildiği”nin rakamları ortadaydı!..
Düşünebiliyor musunuz;
1884-1974 yılları arasındaki “90 yıl”da İstanbul’a getirilen “su” miktarı 413 milyon metreküp iken; Ahmet İsvan’lı, Bedrettin Dalan’lı ve Nurettin Sözen’li, 1974-1994 yılları arasındaki “20 yıl”da getirilen su miktarı sadece “177 milyon metreküp”te kalırken, Veysel Eroğlu’nun görevde olduğu 1994-2000 yılları arasında, İstanbul’a tam “444 milyon metreküp” su getirilmiş!..
Yani;
90 yılda yapılamayan iş, “6 yıl”da başarılmış.
Ama, dedim ya;
İşte böylesine devasa hizmet, “4 sayfalık broşür”ün içinde, “sigara paketi büyüklüğünde” bir yere “sıkıştırılmış”tı!..
İyi de, “yüzyılın başarısı” olan bu muhteşem icraat, 4 sayfalık broşürün içinde “eritilip, geçiştirilip, harcanır” mıydı birader?..
Sanıyorum, bir sohbetimizde kendisine de açmıştım bu konuyu...
Bir “tavuk” demiştim,
“Alt tarafı bir yumurta doğurur, yedi mahalleye duyurur!.. Kısrak ise, kocaman bir tay doğurur, sahibinin bile sonradan haberi olur!”
öyle ya; İstanbul’a, “90 yılın toplamından daha fazla su” vereceksin, ama bu müthiş başarıyı “ufacık bir köşe”ye sıkıştıracaksın!..
“Tevazu”ya eyvallah...
Ama, bu kadar da tevazu olmaz ki!..
“Bağıracaksın” arkadaş!..
Bağıracaksın ki, duysunlar!..
Nurettin Sözen bile, “fiyaskoyla” sonuçlanan “yağmur bombası” atma işini, “büyük icraat” diye yutturmuştu bu millete!..
Ama Veysel Eroğlu, “90 yılın toplamından daha fazla su” akıtıyor, onu da “küçücük bir broşür”ün arasına minnacık bir köşeye sıkıştırıyor!..
CHP olsaydı var ya; böyle bir “icraat” gerçekleştirebilse, bırakın İstanbul’u; dünyaya “tellâl”lar salar, “Mısır’daki sağır sultanlar”a bile duyururdu!..
Bizimkiler, hâlâ “tevazu” gösteriyor!..
DUYURMAK İçİN BAĞIRACAKSIN!
çok geniş bir alana kurulmuş bulunan Lojistik Destek Merkezi’ni gezerken, işte bunları düşündüm.
Gerçekten de, çok güzel bir hizmet.
Ama, “kaç kişi” biliyor?..
Biz, “45 kişilik bir kafile”ydik... Oraya her gün 45 kişilik bir kafile götürülse, ayda eder 1200 kişi... Yılda eder 15 bin kişi... Oysa İstanbul’da 15 milyon kişi yaşıyor. Bu gezilerle, günde “sadece bir tesis”i gezdirebilirsin... Oysa, geride “kavşak”lar var, AKOM var, İSMEK var, KİPTAŞ var!..
Var oğlu var!..
Bunları gezdirmeye ne gün yeter, ne eleman!..
Hayır, “Beyaz Gezi”ler olmasın, demiyorum...
Olsun... Hele Birsen çetin gibi; Belediye’yi ve hizmetleri benimsemiş, içselleştirmiş insanların “rehberlik” yapması da çok çok güzel...
Ama, yeterli mi?..
Biliyorum, sayın Kadir Topbaş; bu hizmetlerin duyurulması için “cafcaflı törenler” yapılmasına, “televizyon”lara reklâm, “gazete”lere ilân verilmesine sıcak bakmıyor!.. Hatta, “Televizyon ve gazetelere vereceğim reklâmların parasıyla, bir kavşak daha yaparım” diye düşündüğünü de biliyorum.
Ama, ben de diyorum ki;
“Hizmete ulaşmak” için her zaman “yerinde görmek” mümkün olmayabilir.
O halde;
“çağ, iletişim çağı” deyip, anlatacaksın kendini!... Dayanacaksın “propaganda”ya... Malın “kaliteli” olması yetmez, önemli olan o malı “satmak”tır!..
Duyuracaksın “ses”ini, ulaşabildiğin her yere!..
Tamam, bir Belediye Başkanı, “hizmet adamı”dır!.. Onun görevi “halka hizmet etmek”tir!.. Ama bir belediye başkanının aynı zamanda “siyasî kişiliği” vardır... Bir “parti üyesi”dir!..
Dolayısıyla, “halka yaptığı hizmetler”i çok iyi duyurarak, partisine de hizmet etmelidir!..
Sayın Topbaş’ın “iyiniyeti”nden kuşkum yok...
Gelin görün ki, devir o devir değil!..
İnsanların “duyabilmesi” için “duyurmak”, bunun için de “iyi bağırmak” gerekiyor.
Ne var ki;
çok iyi birer “hamal” olan ve sırtlarında ülkeyi taşıyan “bizim adamlarımız”, işte bu konuda, gereğinden fazla “alçakgönüllü” davranıyorlar.
Kendilerini “öne çıkarma”yı; “kibir” ve “büyüklük taslamak” gibi görüyorlar.
Prensipleri şu:
“Yap bir iyilik, at denize...
Balık bilmezse, Hâlık bilir.”
Tamam da;
İnsanlar da bilmeli ve duymalı değil midir bu “iyilik”leri?.. Bilmeli ve “Verdiğim oya helâl olsun” demeli değil mi?..
Onları bilmem ama, şahsen ben, hele de bir “siyasî” için “hizmet” kadar, “hizmetin reklâmı”nın da yapılması gerektiğine inanıyorum...
Aksi halde;
İpler, “hizmet” verenlerin değil, ağızları iyi lâf yapan “çığırtkan”ların eline geçiyor!..
Bağıracaksın arkadaş!..
“Ben yaptım, duysunlar!” demek, hele de bu çağın gerçekleriyle örtüşmüyor.
Alın işte, “Beyaz Gezi”nin üzerinden günler geçtiği halde; ben bile “devasa tesis”i yazmaya ancak fırsat bulabildim... Oysa; sadece Lojistik Destek Merkezi değil, onun ayarında “onlarca tesis” var geride!..
Gelin görün ki;
“Yargıtay, Danıştay ve üniversite” üçlüsünden oluşan “teslis”le uğraşmaktan İstanbul Belediyesi’nin “tesis”lerini yazmaya fırsat bulamadım!..
Bunları duyurun sayın Kadir Topbaş, bunları!..
--------------------
Herkes kendi işini yapsa!
Malûm; "herkes kendi evinin önünü süpürse, sokak tertemiz olur" diye bir söz vardır... Bu sözden hareketle, biz de şöyle diyelim: "Herkes kendi işine baksa, hiçbir iş ortada kalmaz!"
Tabiî, "ideal" olandan söz ediyoruz... Yoksa özellikle de günümüz Türkiye'sinde; ne kendi evinin önünü süpüren var, ne de kendi işine bakan!..
Alın işte... "Verdikleri kararlar"la konuşması gereken Yargıtay ve Danıştay mensupları, yayınladıkları "siyasî bildiri" ile gündeme geliyorlar!.. "Hukuk terazisi"nde "adalet" olmak yerine, "siyaset yelpazesi"nde "muhalefet" olmayı tercih ediyorlar ve elbette "saygınlık" ve "güvenirlik"lerini kaybediyorlar!..
Derken, dün de üniversiteler Arası Kurul çıktı sahneye... üAK Başkanı Mustafa Akaydın, tam da "Dam üstünde saksağan" türünden bir çıkışla, "üzerine vazife olmayan" bir konuda, son derece yakışıksız sözler sarfetti!..
Diyorum ya; "Herkes kendi işine baksa, hiçbir iş ortada kalmaz!"
Türkiye'nin niçin "çağın gerisinde" kaldığını merak edenler; "Yargı"ya ve "üniversite"lere baksınlar!.. çünkü, "gerileme"nin ve ülkedeki "gerilim"in müsebbipleri oralarda!..