PKK yol ayırımına doğru...‘Makas açılıyor’
ÖCALAN bir süredir nispeten yumuşak mesajlar veriyor. Son olarak BDP’lileri yemin etmeye teşvik etti, devletle “barış konseyi” kurulması için mutabakat noktasına gelindiğini söyledi.
Ardından PKK’nın “Silvan katliamı” geldi, 13 askerimiz şehit edildi. Örgüt içindeki en fanatik grubun temsilcisi Cemil Bayık bu vahşi eylemi üstlendi. Daha önemlisi, Öcalan’ı küçümseyen laflar etti. Bayık’a göre devletin Öcalan’la görüşmemeleri “kaldırmaca ve taktik”ti.
PKK hareketi içinde Öcalan ilk defa “kandırılan” biri olarak niteleniyor!
Belli ki, Silvan katliamı Öcalan’ın geliştirmek istediği siyasi çizgiye bir meydan okuma hatta o çizgiyi sabote etme teşebbüsüydü.
Bayık ve Karayılan
Bu işleri iyi bilen ve iyi haber alan bir Kürt dostumla konuştum, “makas açılıyor” dedi:
“PKK içinde aşırı ve ılımlı iki hizbin olduğu biliniyordu. Aşırıların şefi Cemil Bayık’tır. Cemil, Öcalan’a da dirsek göstermiş oldu...”
Kürt dostum Reşadiye katliamını hatırlattı. Onu da Cemil Bayık yaptırmış, Karayılan ise “tasvip etmiyoruz” diye açıklama yapmıştı. Fakat Reşadiye katliamını yapan militanlara karşı Karayılan “iç disiplin mekanizması”nı işletmemişti...
Neden? İşte cevabı:
“Bunu göze alamadı. PKK içinde fraksiyonlar dengesi var. Karayılan Bayık’a karşı açık vaziyet alırsa örgüt için kanlı çatışmalar tetiklenmiş olur. Fakat şu kesin, aralarında makas gittikçe açılıyor. Bayık’ın Öcalan’a bu meydan okuması ciddi bir olaydır.”
Peki BDP’lilerin tavrı, tercihi ne olur?
“Onların iradesi yok... Son ‘demokratik özerklik ilanı’nı da ‘hepsi hür iradeleriyle yapmadı. Cemil Bayık çizgisindeki ‘komiserler’ bastırdı, yaptırdı...”
Evet, Orhan Miroğlu da ‘demokratik özerlik’ ilan edilen 300 kişilik DTK toplantısında kimsenin itiraza “cesaret edemediğini” yazmıştı.
Böyle “demokratik” oluyor bu işler!
Sadece Altan Tan ve Şerafattin Elçi “zamansız” bulduklarını açıklayabildiler ki onlar zaten PKK geleneğinden gelmiyorlar.
“Çatı partisi” konusunda da görüş farkları artık gizlenemez hale geldi.
Tarihin kanunu: Yol ayrımı
Bu tür hareketlerin hepsinde zamanla, aşırılarla ılımlılar arasındaki “makas açılıyor”, sonra da yollar ayrılıyor.
Bunun iki temel dinamiği var:
- Silaha tapar hale gelmiş militan için, Türk olsun, Kürt olsun kaç gencin “gök ekini biçer” gibi toprağa düştüğünün önemi yoktur! Hatta, Erich From’un gösterdiği gibi, terör ve ölümler onlarda hastalıklı bir “güçlülük” duygusu yaratır; “ölümseverlik” hastalığı...
- Öbür yanda hayatın içinde olan halk tabanı ve hayata katılma duygusunu yitirmemiş olan militanlar demokratik metotlarla bir çözüm aranmasını duygusal olarak daha sıcak bulurlar, zamanla artar bu duygu.
Kürt milliyetçiliğine inanmış bir esnaf, bir baba, bir anne işinin bozulmasını, çocukların hayatının tehlikeye girmesini, Batı illerindeki yaşayan yakınlarının tedirgin olmasını dağdaki bir militan gibi isteyebilir mi?
Öcalan açısından da, kan arttıkça ona tepki artar, üzerindeki kilit perçinlenir. Barışa katkıda bulundukça, ortam yumuşadıkça kendisine bakış da yumuşar.
Henüz erken ama göreceksiniz, Kürt hareketi de hayatla ölümseverlik arasında zamanla tercih yapmak zorunda kalacak...
Ya da demokrasi ile totalitarizm...
IRA ve ETA’daki bölünmeler de bu dinamiklerin sonucu olarak zamanla gerçekleşti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.