Stanford'un kuruluşu: Yalanlar ve gerçekler
Bazı insanlar çok tuhaf. Dünyanın olağan seyrini gizemli bir hale getirmekten özel bir zevk alıyorlar.
Tabii olup bitenler onların dünyayı romantikleştirme eğilimine denk düşmeyince de, gerçekleri eğip bükmeye başlıyorlar.
Bunu sadece kendileri için yapıyor olsalar önemli değil. Hayat onların hayatı...
Ancak dostlarını, e-grup arkadaşlarını, hatta köşe yazarlarını da o çarpıtılmış gerçeğe inandırmaya kalkışıyorlar ki işte bu çok fena... Çünkü yalanları yaymış oluyorlar.
Örneğin ABD'nin ünlü üniversitelerinden Stanford'un kuruluş öyküsü... İnternette dolanan ve gazete köşelerine de yansıyan "UYDURMA HİKÂ- YE" şöyle:
***
Kaba saba, soluk, yıpranmış kıyafetler içindeki yaşlı çift, trenden inip, utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti. Bu taşralıların Harvard gibi bir üniversitede ne işleri olabilirdi!
Adam, rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkânsızdı! Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu. Yaşlı kadın, çekingen bir sesle, 'Bekleriz' diye mırıldandı. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi ama bir türlü de rektörle görüşemedi. Sonunda genç rektör, sadece birkaç dakikasını onlara ayıracağını söyleyerek sekreterin odasına girdi.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Hanım" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olursak, burası mezarlığa döner..."
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz".
Rektör, kadının yıpranmış elbiselerine nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı."
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi...
Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para buymuş. Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz o halde?"
Rektörün yüzü karmakarışık oldu. Yaşlı adam, eşini başıyla onayladı. Bay ve bayan Stanford, dışarı çıktılar. Doğru California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için, onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular: Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini Stanford'u...
***
Sevgili okurlar!
Bu hikayede sadece bir karı-kocanın Harvard rektörünü ziyaret etmeleri ve ölen oğulları adına Stanford'u kurmaları doğru... Gerisi palavra! (Uydurmaların altını çizdim.)
Doğrusu şöyle:
Leland Stanford (1824-1893) eşi Jane (1825-1905) ile birlikte Harvard'ın rektörünü ziyaret ettiğinde... Sadece ABD'nin en zengin, en nüfuzlu işadamlarından biri değil... Aynı zamanda çok iyi tanınan bir Cumhuriyetçi Parti senatörüydü.
Servetinin bugünün parasıyla bir trilyon dolara ulaştığı tahmin ediliyor.
Stanford'un şu fotoğrafına bakıp söyleyin: Bu mağrur bakışlı adamın, haber vermeden ve eski püskü kıyafetlerle Harvard rektörünü ziyaret etmesini aklınız alıyor mu?
***
Leland ve Jane çiftinin, babasıyla aynı ismi taşıyan oğulları, 1884 yılında 16'ncı doğum gününü kutlamasına 2 ay kala, Yunanistan'da kaptığı tifo hastalığı yüzünden, tedavisi için götürüldüğü İtalya'da ölmüştü. (Not: Stanford Jr., Harvard Üniversitesi'ne hiç gitmedi ve kaza sonucu ölmedi.)
Stanford ailesi Harvard Rektörü Charles William Eliot'ı (1834-1926) ziyaret ettiğinde, oğullarının anısı için ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. Cornell, MIT ve Johns Hopkins yöneticilerine de akıl danışmışlardı.
50 yaşındaki Rektör Eliot onlara üniversite kurmalarını önermiş ve başlangıç için 5 milyon dolar gerektiğini söylemişti.
Velhasıl, ailenin biricik çocuğunun adını alacak ve ilk öğrencisini 1891'de kabul edecek olan "Leland Stanford Jr. Üniversitesi"... 9 Mart 1885'te 20 milyon dolarla (günümüz parasıyla 400 milyon dolar) kurulmuştu.
Anlamıyorum! Uydurmalara ne gerek var; gerçek zaten yeterince ilginç değil mi?