Davacısı kadı olanın...
“Et kokarsa tuzlarsınız, ya tuz kokarsa ne yapacaksınız?”
Ankara’daki bazı “tuz kuru”ların tuzu kokuyor!
Saçma sapan teklifimi tekrarlıyorum: Konuştuklarında ekonomiyi sarsan makamlarda oturanların maaşları borsa endeksine bağlanmalı. Konuşmaları yüzünden düşen borsanın zarar edenleri arasında olsunlar diye.
çünkü başka hiçbir yaptırım uygulanamıyor. Hiçbir ceza verilemiyor. En çok, “Konuşursan cevabını alırsın” mantığı içinde, politikacılarımız bir iki cevap veriyor.
Ama bu tür çıkışlar, “Anayasal hakkınız ve göreviniz değil” diyerek geçiştirilecek türden değil...
Durup dururken ortalığı velveleye verenleri ya “Anayasayı tebdil ve tağyir”den yargılayacaksınız (uyar-uymaz bilmem, ancak ideolojik nedenlerle yasaları hiçe sayanların bir şekilde yargılanmaları gerektiğine inanıyorum) ya da, konuşmalarıyla, zaten bıçak sırtında giden ekonomimizi alabora edenlerin, Türk ekonomisine bağlı olarak zarar etmelerini sağlayacaksınız...
Bu da maaşlarını borsaya endekslemekle olabilir...
Sustular, borsa yükseldi, maaşları yükselecek...
üstlerine elzem olmayan konularda konuştukları için, borsa düştü, maaşları da düşecek...
Şimdiki durumda hiçbir kayıpları söz konusu değil.
Ne ceza, ne mahkeme, ne şu ne bu...
Bu yüzden akılları estiği gibi konuşuyor, kendilerini ve kendileri gibi düşünen bir avuç insanı tatmin ediyorlar.
Borsa düşermiş, varsın düşsün!..
Döviz ve faiz yükselirmiş, varsın yükselsin!..
Bu yüzden Türkiye’nin borçları artarmış, varsın artsın!
Müthiş bir sorumsuzluk örneği; başka ülkelerde olsa insanı süründürürler alimallah!
Bizde hiçbir şey olmuyor.
Darbecilere de bir şey olmamıştı...
Tankları Sincan’dan geçirenlere de bir şey olmamıştı...
Sanal muhtıracılara da bir şey olmamıştı...
Şimdikilere de pek tabii bir şey olmayacak.
İşte bunu bilmenin rahatlığı içindeler.
Bari maaşları borsaya endekslensin de, hiç olmazsa maaşlarından küçücük bir bedel ödesinler.
•
Hani yargıcın aynı zamanda davacı olduğu durumlar için söylenmiş güzel bir deyimimiz vardır ya Türkçemizde:
“Davacısı kadı olanın yardımcısı Allah olsun” şeklinde.
Duruma “cuk” oturuyor.
•
Adalet ve hukuk...
Osmanlı Devleti, kuruluş aşamasından itibaren dört elle bu kavramlara sarıldı ve bu kavramları baş tacı etti...
Baş tacı ettiği ölçüde de gelişti, zenginleşti, güçlendi.
Gücünü adaletle dengelediği için de zulme kaymadı.
Adaletle dengelenmeyen güç hızla zulme kayar...
Serseri mayına dönüşen bugünkü Amerika, bu tespitimizi doğruluyor.
Geçmişimizde zaman zaman elbette hukuk dışına çıkan yöneticiler de olmuştur, ancak bu çok nadirdir.
Genel olarak Osmanlı yönetimi, hukukun üstünlüğü prensibine sadık, adalete içtenlikle bağlı bir yönetimdi.
Tüm asırlara hakim olan ruh, bir hadis-i şerifte buyrulan ruhtur: “Bir saat adaletle hükmetmek, altmış sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
Hz. ömer işte buna dayanarak “Adalet mülkün temelidir” demiş, bunlara dayanan Şeyh Edebali (Osman Gazi’nin maneviyat önderi) ise “Her şey insan için” idrakini öne çıkaran “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” prensibi devletin temel taşı yapmıştı:
Osmanlı Devleti’nin başarı kaynağı bu temeller üzerine inşa edilmesidir.
•
Hukuk önünde bazıları değil, herkes eşitti...
Adalet dağıtılırken kişilerin dinine değil, haklı olup olmadıklarını bakılırdı. Şu olay enfestir:
Bir gün Germeyan Beyliği’nden bir Müslüman tüccarla, Bizanslı bir Hıristiyan alıcı arasında ihtilâf çıkmıştı. Devlet müesseseleri henüz oluşmadığı için konu Osman Gazi’ye aksetti...
Osman Gazi, tarafları dinledikten sonra, Hıristiyanın lehine karar verdi...
Bunu garip karşılayanlara dedi ki: “Hıristiyan olmak her konuda haksız olmak anlamına gelmediği gibi, Müslüman olmak da her konuda haklı olmak anlamına gelmez. Bu meselede din kardeşimiz haksızdır.”
Bu ülkede ise bazıları hep “haklı”, bazıları hep “haksız”dır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.