Beyin ve yürek meselesi
Dünya klasiklerinin en eskilerinden ve en değerlilerinden Kelile ve Dinme isimli eserinde Beydeba, idarecilere ibret olması için hayvanları konuşturur...
Bir fıkrası şöyledir:
Aslan yaşlanmış, av avlayamaz durumda... Üstelik hastalık halleri de çoğalmış... Dağ tıbbiyesinden mezun doktorlar teşhis koyarlar, çaresi için, genç bir eşeğin yüreğini ve beynini yerse şifa bulacağını söylerler...
Tilki yardımcı olmak ister... O tilkinin partisi hangisidir hiç kimse bilmez...
Tilki bir eşek postu bulur ve aslana giydirir... Sonra gider, çayırda yayılan bir dişi eşeğe der ki:
Ne yalnız otluyorsun? İlerde bir erkek eşek var, senin gibi güzel ve asil bir eşek arzulamaktadır... Gel götüreyim baş/göz edeyim sizi...
Eşek ya, hemen inanır... Düşer tilkinin peşine, eşek postuna bürünmüş aslanın yanına varırlar... Aslan açlıktan kıvranıyor... Av ayağına gelmiş, hemen saldırır... Eşek korkar-kaçar...
Tilki tabir caizse tam Avrupa Birliği diplomatı... Varır eşeğin yanına: “Yahu sen niye kaçtın? O heyecandan sana saldırdı... Hadi korkma gidelim, çok hoş durumlar olacak...” Eşektir, inanır eşekçe... Bu sefer aslan temkinli davranır, yanına iyice yaklaşan eşeği pençeyle vurur, yıkar...
Tilki, sanki İsrail gizli servisinden yetişmiş gibi aslana der ki:
Kralım, su akan derede yıkan ki temizlenesin, ondan sonra eşeğin yüreğini-beynini yiyesin, şifaya kavuşasın...
Aslan yıkanmaya gidince tilki, eşeğin yüreğini ve beynini yer, aslanı bekler... Aslan geldiğinde bakar ki eşekte ne beyin var, ne yürek...
Nedir bu, diye sorar tilkiye...
Tilkinin cevabı hazır:
Asaletmeap kralımız, o eşeğin beyni ve yüreği olsaydı ikinci defa aynı hataya düşmezdi...
Yani ben de demek istiyorum ki:
Sık sık pusuya düşerek zayiat verenlerde acaba beyin ve yürek hiç yok mudur?
Bölündü canım Türkiyem...
Hamaset hastası askerci kanat ve de bencillik illetine tutulmuş bir başka kanat...
Ben bu işlerden hayli yorgun düştüm...
Mübarek Ramazan ayı kapıya dayandı...
Holding medyasının işgüzar tetikçileri cepheden değil, dolaylı yoldan Müslüman bildikleri kesime saldırmak için öyle senaryolar yazacaklar ki, aklınız duracak...
Norveçli militan kadar yürekli olmayacaklar...
Amma her türlü rezilliği sergilemekten bıkacaklarını sanmam.
Ben ne yapabilirim ki?
Maraş’ın kurtuluş günleri şatafatlı olurdu eskiden... Yine bir kurtuluş günü arkadaşlar bana gidelim teklifinde bulundular... Onlara şöyle cevap vermiştim:
Vallahi arkadaşlar çok kurtuluş gününe gittim, amma ben Maraş’ı kurtaramadım... Her sene daha kötüye gitti... Bu sene gitmeyeceğim, inşallah siz kurtarırsınız...
Sırada Türkiye’yi kurtarmak var...
Kim kurtaracak?
Ölmeden ölenler mi, vatanı bölenler mi?
Makul ve münasip bir cevap bulmaktan acizim...
Dolayısı ile bu meseleyi beyni ve yüreği büyük olanlar, büyük işler çevirenler, büyüklük hastaları düşünsünler...
Ben, Allah kısmet ederse Pazar günü son yazımı yazıp defteri kapatacağım...
Belki de arkamdan diyecekler ki:
Kendisi himmete muhtaç bir dede
Nerde kalmış gayriye himmet ede?
Ben de derim ki:
Ne kadar cehd etse kişi murada
Nasip olmaz mukadderden ziyade...
Kalın şen/şakrak, alkış tutan elleriniz filizlensin dal dal...
Serimde bir sevda bin türlü dert var
Şehirde kalleş var, dağda namert var
Dünyamız çok tuhaf hallere düştü
Dört bir yanda cıvık var, beş yanda sert var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.