Tadında Bırakalım Keyfini Çıkaralım
Allah ruhunu şad eylesin Erzurumlu İ. Hakkı Efendinin, şiirimizin şaheserlerinden sayılan “Tefvizname”sinde der ki:
Hak şerleri hayreyler.
Zannetme ki gayreyler.
Arif anı seyreyler.
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Tasdik efendim, “neylerse güzel eyler.”
İyi oldu. Hatta çok çok iyi oldu. Bir tabu daha yıkıldı böylece.
Neydi o yıkılan mı?
Hatırlarsınız, her kritik durumda bizim sayıları haddinden fazla olan generallerin eskileri televizyonlara çıkar, “asker dayanışmasından, bir rütbeli asker siyasilerce görevden alınacak olursa yerinin boş kalacağından, arkadaki Türk subaylarının o görevi asla kabul etmeyeceklerinden” bahseder, üstü örtülü veya açık, hükümet ve halkı tehdit ederlerdi.
Uyanık programcı “ne biliyorsun? Bir duyumun mu var?” derse, “yok, ama biz orada görev yaptık. Orasının davranış kotlarını biliriz” derlerdi. “Onlar adına mı konuşuyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Yok canım, bizim görüşümüz” derlerdi.
Bizim görüşümüz ama onlar adına. Sen bundan anla ki onlar da böyle yaparlar. Öyleyse tabuya dokunma “cıss” yanarsın!
Ve arkasından bu yapılan gibi toplu istifa tehdidi gündeme gelirdi ikide bir. Yani, yerini emekli generaller yapar, ortamını onlar oluşturur, fısıltı gazetesi ortalığa yayardı ve nihayet hükümetin üstünde bu tehdit veya blöf Demokles’in kılıcı gibi sallanır dururdu…
İşte şimdi bu blöf de bitti. Bu balon da söndü. Bu yalan daha tarihe karıştı…
İyi oldu bu iş. Hem de çok çok iyi oldu.
Bakın ülkeye, herkes işinde gücünde. Komutanlar emekli olmuş diye kimse ah vah etmiyor. Aksine seviniyor, memnun oluyorlar.
Asker bu zamana kadar hep bunu yaptı. Tehdidin ucunu gösterdi. Korkak siyasiler bıraktı kaçtı.
Korkmasa ve kaçmasa, gereğini yapsa idi ne olurdu?
Hiç! Büyü oracıkta bozulurdu. Bunu 27 Nisan’da gördük. Herkes eski alışkanlık üzere panikledi. Fakat hükümet dik durdu, büyü orada bozuldu. Muhtıra sıradan bir bildiri oldu gitti. Halk da o günden sonra sivilden yana tavrını koydu. O gün artık bir milat oldu elhamdülillah!
Askerî yetkililer bütün bunları iyi düşünmeli ve değerlendirmeliler. Bu millet bunlara neden bu kadar mesafeli, bunu iyi anlamalılar. Bunların bir kısmını biz de hemen peşinen yazalım:
Bu terör belasından kurtulmak için profesyonel asker yetiştirilmemesi,
üstelik ihmaller üstüne bir sürü kuşkular,
bu heron skandallarının hala gizlenme ve saklanma ayıpları,
bu karakol baskınlarındaki sorumsuzluklar, ihmaller, zamanında yapılması gerekenlerin yapılmaması,
her açılan askeri soruşturmalarının arkasının gelmemesi ve unutturulup gidilmesi,
rütbelilerin askerin eline bomba vererek cezalandırmaları ve onları bir uşak gibi özel işlerinde ve evlerinde kullanmaları,
kışlada kuşkulu ölenlerin “teröristlerce yapılan çatışmalarda şehit oldu” denilmesi,
kuşkulu intiharlar,
Ergenekonvari yapılanmalar, darbeler ve darbe teşebbüsleri,
Islak imzada ayak sürümeler, “kağıt parçasının” “belge”ye dönüşme maceraları,
daha dün Erzurum’da, evvelkisi gün Çanakkale Askeri Müzesinde yaşananlar gibi başörtülü anaları kovmalar,
şehitlerin hep köylerde toprağa verilmesi, zengin sosyete mahallelerinden hiç şehit cenazesi kalkmaması,
daha bir generalin, milletvekilinin, üst düzey bürokratın, diplomatın, sanayicinin vs. çocuğunun hiç şehit olmaması,
bantlara düşen, “bizimkileri cepheye sürmeyin, yobazları sürün, onlar ölsünler” ses kayıtları…
ve daha buna benzer nice çıplak gerçekler veya fısıltılar askere olan sevgiyi ve güveni güve gibi yiyip bitiriyor.
Bay Koşaner gibiler oturup bunlar üzerinde kafa yoracak ve tedbir alacakları yerde hükümeti ve “yandaş medyayı” suçluyorlar.
Ne demek “yandaş medya?”
Hani şu “akredite medyaya” benzer bir şey mi acaba?
Medyayı kamplara kimler böldü, bazılarını içeri alıp bazılarını kimler almadı, hatırlayan var mı acaba?
Neyse, geçelim bunları da sadede gelelim. Onlar da biliyorlar eksiği, gediği. Başka yapacak bir şey yok. “Ya sessizce çekip gideceksin, ya da üstüne düşeni yapacaksın.” Yani “ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin.”
Ama yok, bunlar “ıslak imza”nın ne olduğunu biliyorlar, “kağıt parçasının” nasıl bir “belge” olduğunu da biliyorlar, “boru”nun boru olmadığını, “silah” olduğunu da biliyorlar. Mızrak çuvala sığmıyor işte.
Yapılacak iş ya görevi hakkıyla yapmak, ya da sessizce gitmek. Fakat onlar görevlerini yaparak silah arkadaşlarını ordudan uzaklaştıramıyorlar. Suçun üstünü örtmeye çalışıyorlar sürekli. Olmayınca da sessizce gitmek yerine bağırarak, tavır koyarak, kazan kaldırarak gidiyorlar.
İşte bu olmaz beyler. Bu halkın huzurunu katletmektir. Bunu kimse tasvip etmez. Bu akıllı ve tecrübeli bir vatanseverin yapmaması gereken bir şeydir.
Sessizce gitmek yerine, zaten iki gün sonra emeklilikleri gelecek ve gidecekler iken, ucuz kahramanlık yaparak “toplu emeklilik isteyerek” gidiyorlar. Güya “silah arkadaşlarına” ve ideolojik sempatizanlarına mesaj veriyorlar. Kim yutar bu dolmayı?! Dün de yazdık, hiç yakışmadı.
Bu “toplu hareket” memurlukta, özellikle de askerlikte disiplinsizliktir ve suçtur. Fakat benim görüşüm, hükümet bu işi hiç kurcalamasın, üstüne de alınmasın, “güle güle” desin, o kadar.Halk her şeyi anlıyor ve iktidara destek veriyor. Gereksiz yere onları cezalandırmaya kalkmak, huzursuzluk istemeyen halkın desteğini kaybetmek olabilir.
Yani onların düştüğü yanlışa iktidar düşmesin derim. Tadında bıraksın. “Allah’tan istedim bir göz, O bana verdi iki göz” desin ve keyfini çıkartsın.