Düşüncesizlik ve Akılsızlık Yaygınlaştı
Vah vah, halkın düşünmeye vakti ve mecali kalmadı!.. Hiçbir şeye yanmam Müslümanların da büyük kısmı düşüncesiz oldu.
Müslüman nasıl bir insandır? O, yararına ve zararına olan şeyleri bilen; yararına olan şeylerle zararına olanları birbirinden ayırt edebilen bir kimsedir.
İyi, doğru ve mantıklı düşünemeyen insanlar yanlış tercihler yapar.
İnsanın aklı ve zekâsı gelişmeye ve körleşmeye istidadı olan bir şeydir.
İyi ve doğru bir eğitimle zekâlar, akıllar parlaklaşır, nurlanır, inkişaf eder.
Kötü bir eğitim en keskin zekâları berbat eder, karartır, körletir.
Müslüman bir kişiyi düşünelim:
Onda düşünme kabiliyeti varsa namaz kılması gerektiğini bilir ve gereğini yapar.
Aklı çalışıyorsa itikadını tashih eder.
İyi düşünen bir Müslüman hiç gıybet eder mi?
Parayı put haline getirir mi?
Selim bir akla sahip Müslümanın âhireti unutup gaflete dalması mümkün müdür?
Aklı çalışan Müslüman bir hanımın başına renkli bir bez doladıktan sonra sokaklarda, meydanlarda, nâmahremler arasında keyfe mâ yeşâ serbestçe dolaşması, fink atması mümkün müdür?
Evet biz Müslümanlar, ne kadar yanlış, kötü iş yapıyorsak hep akılsızlığımızdan, düşüncesizliğimizden yapıyoruz. Akıllı gibi görünüyoruz ama yaptıklarımızın çoğu akıllı işi değil.
Halkı Müslüman bir şehrin durumunun iyi veya kötü olduğu sabah namazı vaktinde belli olur.
Namaz vakti gelince, ezanlar okununca evlerin ışıkları yanar ve ahali-i Müslime namaza hazırlanır.
Hanımlar evlerde kılar, erkekler camilere gider, namazı cemaatle eda eder.
Bir İslam şehrinde Müslüman ahali sabah namazı vaktinde leşler gibi uyuyorsa onların aklı ya yok yahut çok kıt demektir.
Leşler gibi uyuyorlarsa sözüm çok mu ağır?.. Özür dilerim, ölüler gibi diyeyim.
Müslümanlar kafalarını, akıllarını çalıştırmış olsalardı bugünkü esir, zelil, parçalanmış, zebun durumda olurlar mıydı.
Bir dinsiz kuyuya bir taş atıyor, kırk Müslüman o taşı çıkartamıyor.
Allahü Teâlâ Kur'anda israf etmeyin buyurmuş... Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem israfı kötülemiş...
Selim bir akıl israfı kötü görür... Biz ne yapıyoruz? Elimize para, imkan, fırsat geçince her konuda israf ediyor, saçıp savuruyoruz.
Düşünen, aklı olan bir Müslüman lüks hayat sürüp, lüks yiyerek hiç israf eder mi?
Müslümanın aklı ve vicdanı olsa, rezil ve sefil lüks bir cep telefonu ile öğünür mü?
Şu Müslümana bakınız: Tam 250 liralık lüks bir kravat takmış boynuna, kravatın rüzgarla ters dönmesini bekliyor. Ters dönecek de markası görünecek... Vah benim akılsız, beyinsiz, vicdansız kardeşim!
Müslümanın bir tarifi de akıllı insandır.
Nasıl bir akıl?.. Selim bir akıl.
Kur'anî ve Nebevî nurlarla aydınlanmış bir akıl.
Müslümanda böyle selim ve nurlu bir akıl yoksa onun Müslümanlığı ism ve resmden ibarettir.
Mü'min firasetli kişidir.
Mü'minde fetanet vardır.
Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz hazretleri ne buyurmuş: İki günü birbirine eşit olan zarardadır buyurmuş...
Aklımızı her gün biraz daha geliştirmekle mükellefiz. Her gün, bir öncekinden daha mantıklı, daha bilgili, daha kültürlü, daha dengeli olmalıyız.
Efendimiz ne buyurmuş: Müslüman, bir delikten çıkan tarafından ikinci defa sokulmaz.
Biz ikinci defa değil, bininci defa sokulsak yine akıllanmıyoruz, yine tedbirli olmuyoruz.
Aklımızı nasıl geliştirebiliriz?
Akıllı insanları dinleyerek.
İyi ve faydalı kitapları, mânalarını iyi anlamak şartıyla okuyarak.
Öğrendiğimiz iyi bilgileri hayatımıza uygulayarak.
Aklı geliştiren ilimleri ve fenleri öğrenerek.
Kâmil mürşidlerin öğütlerini dinleyerek
Lise tahsili yapmış her Müslüman Mecelle-i Ahkâmı Adliye'nin başındaki Kavaid-i Külliyeyi ehliyetli bir hocadan okuyup öğrenmelidir.
O küllî kaideler sadece hukuk kaideleri değil, her insana hayatı boyunca lâzım genel düsturlardır.
Aklı geliştiren ilimlerden biri mantık ilmidir.
Bir mantık kitabı alacaksın ve onu hikaye kitabı gibi okuyacaksın... Böyle mantık öğrenilmez. Ehliyetli ve liyakatli bir mantık hocası bulup ondan öğreneceksin. Hoca ehliyetli ve liyakatli değilse yine boş...
Sonunda bir heyet seni imtihan edecek, geçebilirsen "Bu kişi mantık bilir" sertifikası alacaksın.
Düşüncesiz ve akılsız kimseler, "Hızlı trenler yapılıyor, her yere uçak seferi var, turizm çok arttı, zenginlik var..." gibi delillerle ülkemizin durumunun iyi olduğunu iddia ediyor.
Peki madalyonun arka tarafından neler var? İçki, zina, haram yeme, kokuşma, binamazlık, riba, kadınların tesettürsüzlüğü, dinsizlik, densizlik, müstehcen yayın lağımları seller gibi, lüks ve israf dorukta, toplumun bir kısmı Sodom ve Gomorelilere benzemiş, Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, birbirinden kopuk hizip ve fırkalara bölünmüş... Bunca korkunç kötülükler, günahlar, isyanlar, tuğyanlar içinde hızlı trenlerin, barajların, limanların ne faydası olur...
Yâ Rabbi!.. Hepimize selim akıl, firâset, fetânet, nurlu ve kurtarıcı bilgiler ve bu bilgileri uygulamayı bize nasip ve ihsan et...
* (İkinci yazı)
Tophâne Müşiri Zeki Paşa'nın Oğlu
Yıl 1954'tü sanıyorum. O tarihte Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde (eski Mülkiye Mektebi) okuyordum. Öğleden sonraları da Fransız Kültür Merkezinde sekreterlik yapıyordum.
Bir gün Merkez'e bir zat geldi, birisiyle Fransızca konuşmaya başladı. Mükemmel bir Fransızca. Aksan farkı yok, sanki Paris radyosunun spikeri... Müdür mösyö Roche onu gördü, konuşmasını işitti, yanına yaklaştı, "hoş geldiniz" dedi... Bu kadar güzel Fransızcası olan bir kimse her halde Paris'ten gelmişti...
O zat müdüre, "Ben Fransız değilim, Türküm" deyince Mösyö epey şaşırmıştı. Türküm dedikten sonra ilâve etmişti: "İngiliz dostlarım da İngilizceyi Oxford aksanıyla konuştuğumu söyler..."
O gün sormuş ve onun Sivas milletvekili Sedat Zeki Örs olduğunu öğrenmiştim. İsmi bana yabancı değildi, Üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğusunda da makaleleri çıkardı.
Kaç yıl sonra merhume Münevver Ayaşlı hanımefendiye sormuştum: Bu Sedat Zeki bey Fransızcayı bu kadar güzel ve mükemmel nasıl öğrenebilmiş?
Hanımefendi şu cevabı vermişti:
Onun babası, Sultan Abdülhamid han'ın Tophane-i âmire müşiri Zeki Paşa idi ve oğluna iyi Fransızca öğrettirmek için ağırlığınca altın ödemişti.
Sedat Zeki bey tam bir İstanbul kültürüne sahipti. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimlere karşıydı. Hele, A. Dilaçar (Agob Martayan) vasıtasıyla gerçekleştirilen dil devrimini hiç benimsememişti.
Medyada birkaç hafta önce okudum: Boğaziçi'nde, Müşir Zeki Paşa tarafından bir Fransız mimarına inşa ettirilen şahane yalı Sotheby's mezat firması tarafından satılacakmış. Bugünkü paramızla 187 milyon lira fiyat koymuşlar. Allah Sultan Abdülhamid'e, Zeki Paşa'ya, oğlu Sedat Zeki beye, Münevver hanıma ve bütün mü'minlere rahmetiyle muamele buyursun. Bu dünya kimseye kalmıyor. Gelmek gitmek demek. İnsanlar ölür, Boğaz'da şahane bir yalı kalır. Vakt-i merhûnu gelince o da yıkılacak...