Yazmadan, çizmeden önce topluma bir bakın yahu!
Geçen gün zeka ve gözlem yoksunu bir karikatür gördüm: Sol tarafta açlıktan kırılan Somalililer kuyruk olmuş, bir tas yemek için bekleşmekte... Sağ tarafta ise Türkler bir belediyenin "iftar çadırı" önünde kuyruğa girmiş. (Ayrıca kuyruktaki kadınların tamamı başörtülü...) Çok değil, azıcık gözlem yeteneği olan bir karikatürcü, böyle bir saçmalık çızıktırmaz!
Bu arkadaş gelsin de, ben onu iftar saatinde Üsküdar'daki kuyruğu gezdireyim:
Bir kere kadınların üçte ikisinin başı açık... Olağan bir kentli kıyafeti içindeler: Tişörtler, penyeler, etekler, tokyolar...
Ayrıca insanlara yakından baktığınızda hiç de öyle fakir- fukara sınıfından olmadıklarını apaçık görüyorsunuz. Elbette aralarında yoksul insanlar da var ama büyük çoğunluk orta ve orta alt sınıftan...
***
Peki, niye iftar çadırı kuyruğundalar?
Birçok sebebi olabilir bunun: Ezan okunana kadar eve varamama durumu...
Toplu halde oruç açmanın zevki... Merak...
Bedavacılık... Arkadaşlarla birlikte olmanın keyfi... Fakirlik bu sebepler içinde en sonuncusu.
Tabii semtten semte değişebilir bu sebepler:
Yoksul insanların çok olduğu ilçeler de var İstanbul'da...
Bizim karikatürcülerin çoğunluğu toplumu samimi bir biçimde gözlemiyor. İşin içine illa da demode ideolojilerini ya da kinci inançlarını sokma çabasındalar.
***
Yıllardır uyarıyoruz ama aldırdıkları yok.
Nuh nebiden kalma klişeleri tekrarlayıp durmaktalar...
Örneğin hala zenginleri kısa boylu, şişman adamlar olarak çiziyorlar.
Halbuki zengin erkeklerin çoğu güne spor yaparak başlıyor. Biraz kilo aldıklarında, verene kadar 'fitness center'dan çıkmıyorlar.
Karikatürcü, gerçeğin bağrındaki envaiçeşit çelişkiyi, çizgi aracılığıyla mizaha dönüştüren kişidir.
Tabii bunu yapabilmek için önce o gerçeği "görmek" ve "anlamak" gerekir. Halbuki bizimkilerin çoğu, bir zamanlar ne bellemişse onu çiziyor. Yani "ezberden" yapıyor işlerini...
***
Karikatürcüler böyle de artık pek kullanılmayan tabirle fıkra yazarları çok mu farklı?
Alın işte Cumhuriyet'ten Bekir Coşkun'un yazısı... Önce Cumhurbaşkanı'nın askere verdiği iftar davetinin mönüsünü saymış: "Büklüm şehriyeli tavuk çorba, zeytinyağlı mini enginar, fırın ağzı, Meksika fasulyeli közde patlıcan sote, badem dudağı künefe..."
Ardından şöyle devam ediyor: "Şu sondaki mönüde normal 'künefe' yazılıydı aslında...
Fasulyeyi 'Meksikalı' yaptıklarına göre, onu da ben 'badem dudağı künefe' yapıverdim..."
Büyük kentlerin bütün apartman görevlileri, marketlerdeki ürünleri bu şaşkın Bekir efendiden daha iyi tanıyor.
Sabah servisinde, "Muratçığım, bana konserve Meksika fasulyesi alıversene" dediğimde, ilk seferinde bile ikiletmedi...
Hiçbir zaman, "Fasulyenin Meksikalısı mı olurmuş abi; ben sana alasından İspir fasulyesi bulayım" demedi.
Çünkü birden fazla konserve Meksika fasulyesi markası var piyasada. Kimi yerli, kimi ithal... Meksika acı biberi jalapeno gibi, o da Türkiye'de üretilebiliyor.
Ev kadınları, yeme-içme yazarları, benim gibi bu tür fasulyeden yapılmış salatayı seven milyonlarca insan Meksika fasulyesini biliyor.
Bilmemek için ancak fıkra yazarı olmak gerek: Baksanıza, adamın varlığı fıkra zaten!
***
Bir karikatürcü ve bir köşe yazarı... Her iki örnekte de aynı sorunun varlığına şahit oluyoruz:
Toplumu tanımayan insanlar bunlar.
Gerçekte neler olduğundan haberleri yok.
Çalakalem iş yapıyor; gördüklerini değil, aymazlıklarını aktarıyorlar kağıda.
Tabii asıl sorun bunlarda değil; yaptıkları işin niteliğine değil, "kime vurduğuna" bakan alkışçılarda...
O alkışlar sayesinde sürüyor bu gülünçlük.