Diplomatlara bazen tank da gerekebilir
Son günlerin ilginç tartışmalarından biri "Türkiye'de general sayısı fazla mı" sorusuyla başlamıştı. Kalıplarla düşündüğümüz için... "Ergenekon dostu" bir yazardan, "Ne münasebet, elbette fazla değil" demesi... "Kemalizm karşıtı" bir yorumcunun ise "Elbette fazla, yüzde bilmem kaç azaltılmalı" şeklinde bir çıkış yapması bekleniyordu.
Halbuki iki yaklaşım da yanlış.
Nedenini anlatmaya çalışayım...
Yıllar içinde general kadrosunun şişirildiği apaçık. Bizimkilerin önemli bir bölümü (363 generalden 170'i) Ankara'da oturan, "masa başı generali" durumunda...
Zamanları bol olduğu için de, boş oturmak yerine darbe planları yapanlara rastlanıyor aralarında...
Dolayısıyla 363 olan sayısının düşürülmesi gerektiği apaçık ortada. İyi ama kaça?
***
Örneğin Çin ordusunda yuvarlak hesap 12 bin askere bir general düşüyor. Bu oranı Türkiye'ye uygularsak 52 generalimizin olması gerekiyor.
Peki, askeri faaliyetleri dünyaya yayılmış olan ABD ordusuyla kıyaslamaya ne dersiniz?
Orada 5 bin askere bir general komuta ediyor. Bu hesapla Türkiye'de de 120 general olması gerekiyor. Halbuki bizde bunun üç katı omuzu kalabalık var.
Ne olacak şimdi? 52'ye mi indireceğiz general sayısını, yoksa 120'ye mi?
***
Halbuki bir ordunun mevcudu, bu tip oranlamalarla belirlenemez. Onlar ancak fikir verebilir...
Önemli olan ihtiyaçtır.
Peki, ihtiyaç nasıl belirlenir?
İşte zurnanın zırt dediği nokta tam da bu: Vesayet rejimi dediğimiz dönemde askeriyenin ihtiyaçlarını yine askerler belirliyordu.
Kuraldır: Bürokrasiyi kendi başına bırakırsanız genişler! Büyür, şişer, hantallaşır! Çünkü bürokratik çalışmalar, yapılması gereken yeni işler doğurur.
O halde bürokrasinin kendi geleceğini belirlemesini engellemek şarttır. Kararı siyasi iktidar vermelidir.
***
Bir soru daha: Peki siyasi iktidar neye göre karar verecek? Hangi ölçüte göre, faraza, "Sana 200 general yeter" diyecek?
NATO gereklerini bir yana bırakırsak... Ölçüt, Hükümetin politikasıdır.
Mesela Başbakan Erdoğan'ın, "Suriye, iç meselemizdir" demesi fevkalade önemliydi.
Eğer "komşumuzda" ama nihayetinde "başka bir ülkede" meydana gelen olaylar, "iç meselemiz" olabiliyorsa... Silahlı Kuvvetler'in pozisyonu nedir? (Pozisyonu derken siyasi tavrını değil, konuşlanmasını kastediyorum.)
Tanıştığım her "AK Parti düşmanı olmayan" askere sorarım: "Ordunun organizasyonu, Hükümetin dış politikasıyla uyumlu mu?" Şimdiye kadar bir kere olsun, "Evet, uyumlu" diyen çıkmadı.
***
Neden böyle olduğu ortada: Şimdiye kadar iki başbakanımız vardı. Biri seçmenlerin oyuyla oluşan Meclis'ten çıkan, demokratik rejimin başı olan Başbakan... Diğeri vesayet rejiminin başı olan Genelkurmay Başkanı...
Sistem iki başlı olduğunda, askeri bürokrasi yarı özerk bir hale geliyor... Bunun sonucunda da, teknik açıdan hükümetlerin politikasıyla pek de alakası olmayan bir ordu oluşuyordu. (Dediğim gibi; NATO faktörünü şimdilik göz ardı ediyorum.)
Mesela şöyle bir soru: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu... Şiddet kullanmaya son verip demokratik reformlar yapması için Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşürken... Hükümetin, ABD'nin ve AB'nin yanı sıra, ordunun da "teknik gücünü" arkasında hissediyor muydu?
İşte uluslararası arenaya çıkmış bir siyasetçi için asıl önemli olan budur. Ekonomiyi ve orduyu arkasına almayan bir diplomasi, hedeflediği başarıları kazanamaz.