Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Çadır’dan Sokak’lara... Sokaklardan “Deniz”e taş

Çadır’dan Sokak’lara... Sokaklardan “Deniz”e taş

Ramazan’ı, neredeyse yarılamış bulunuyoruz... 10 gün, göz açıp kapayıncaya kadar geçti... Cenab-ı Allah, inşaallah “oruç”larımızı ve “ibadet”lerimizi kabul eder... Ramazan’ın en güzel yönlerinden birisi de “iftar”lar olsa gerek.
Malûm, “iş-güç yoğunluğu”ndan dolayı, insanlar ancak “düğün”lerde veya “cenaze törenleri”nde birbirleriyle görüşebiliyorlar.
Bir de, “iftar”larda.
“Yemek”, işin bahanesi...
“İftar”lar, insanları biraraya getiriyor, tanışmalarına, hasret gidermelerine ve kucaklaşmalarına vesile oluyor.
Şahsen ben; aylardır görüşemediğim “dost”lar, “arkadaş”lar, “okur”lar ve “meslektaş”larımla, ancak “iftar yemekleri”nde görüşebiliyor, hal-hatır sorabiliyorum.
İFTARLAR LÜKS MÜ?
Diyebilirsiniz ki;
“Doğu Afrika’nın açlıktan kırıldığı, Suriye’deki Müslümanların keklik gibi avlandığı” bir dönemde, o yemekler boğazınızdan nasıl geçiyor?..
Ve yine diyebilirsiniz ki;
“Toplu iftar yemekleri”ne harcanan paralar, Somali başta olmak üzere, “açlıktan kıvranan” Müslümanlara gönderilse daha iyi olmaz mı?..
Hemen söyleyeyim;
Elbette daha iyi olur.
Ama, şu da var:
O yemekleri verenler, aynı zamanda Afrika için de “duyarlılık” gösteriyorlar ve oralara da yardımlarını esirgemiyorlar.
Kaldı ki;
Türkiye’de verilen “iftar yemekleri”ne katılanların hepsi de “karnı tok, sırtı pek” insanlar değil... Özellikle “belediye iftarları”na katılan insanların çoğu, belki de, “bir tas sıcak çorba”yı oralarda içebiliyorlar... Çoğu yoksul ve gariban insan, karınlarını orada doyuruyorlar.
Yani, “iftar”ların bu yönünü de gözden ırak tutmamak gerekir diye düşünüyorum...
Bunun da ötesinde;
Biraz önce dediğim gibi, “iftar”ların en önemli özelliği, “semt, mahalle, belde veya ilçe sakinleri”ni biraraya getirip, onların birbirleriyle tanışmalarına, kucaklaşmalarına, kısaca “dostluklar oluşması”na vesile olması...
FARKLI İFTAR, FARKLI KONUK!
Şahsen ben, bu “iftar”lar vesilesiyle, son 10 gündür birçok “dost ve arkadaşımı” görme fırsatı bulmanın yanısıra, birçok insanla tanışma ve onlarla “sohbet etme” imkânı buldum.
Malûm, her “iftar daveti”ne farklı konuklar katılıyor... Kimi iftar “işçi” ağırlıklı oluyor, kimi iftar da, “esnaf” ağırlıklı... Kimine çok sayıda “bürokrat” katılıyor, kimine “memur”lar, “sendikacı”lar ve “siyasi”ler.
İnsan, her biriyle “farklı bir konu”yu konuşuyor, onlardan farklı şeyler öğreniyor.
İftarlar, aynı zamanda “Türkiye’nin aynası” da oluyor... Farklı insanlarla, farklı konular konuşulunca, “Türkiye’nin nereden nereye geldiğini” de öğrenme fırsatı buluyorsunuz.
Yani, “davete icabet” etmekle, sadece “dinî bir vecibe”yi yerine getirmekle kalmıyor, aynı zamanda “toplumun nabzı”nı da tutmuş oluyorsunuz. En azından, benim açımdan böyle...
Meselâ ben; “Akit’in iftarı”nda, hem “eski dostlar”la kucaklaşma, hem de “okurlarımla sohbet etme” imkânı buldum.
Aralarında “işçi” de vardı, “memur” da... “Öğretmen” de vardı, “esnaf” da... “Siyasi” de vardı, “bürokrat” da... “Gazeteci” de vardı, “sendikacı” ve “STK temsilcisi” de... “İşadamı” da vardı, “belediyeci” de...
Hiç olmazsa, bir yıldır görüşemediğimiz bu insanlarla; kâh “selâmlaşma”, kâh “hâl-hatır sorma” imkânı bulduk.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın davetine icabet edip, Mevlevihane’de ilk defa verilen iftar yemeğine de katıldım, Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun’un davetine icabet edip, “gemide verdiği iftar yemeği”ne de katıldım.
Önceki gün de, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil’in davetine icabet edip, Swissotel’deki iftar yemeğine iştirak ettim.
FETHULLAH GÜLEN’İN MESAJI
Biraz önce dediğim gibi;
Her iftarın farklı konukları oluyor ve farklı insanlarla tanışma imkânı doğuyor.
Meselâ, “vatan hasreti” ile yanıp kavrulan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin gönderdiği mesajı orada dinlemek, farklı bir duyguya yol açıyor insanda... Fethullah Hocaefendi, alkışlarla karşılanan mesajında diyor ki;
“Afrika’ya yardım konusunda Türk halkının gösterdiği hassasiyet her türlü takdirin üzerindedir.
Ölen her çocuk, yürekleri dağlıyor, açlıktan kırılan insan manzaraları iftar ve sahur sofralarına hüzün salıyor... Yediden yetmişe Türk milletinin o muhtaç insanların imdadına yetişmeye çalışması, insanlığın ölmediğinin canlı bir tablosu olmuştur.
Suriye’deki olaylar da yürekleri yakıyor... Bu ülkede akan kanın durması, problemlerin sulh yoluyla çözülmesi ve ortak aklın devreye girmesi en büyük temennimdir.”
Gel de duygulanma!..
Gel de etkilenme!..
Bir yanda “F Tipi oluşumlar”ın varlığından söz edilip, cemaat yerden yere vurulsun, bir yandan bu hareketin önderi “vatan hasreti” ile yanıp kavrulsun!..
Ne biçim dünyadır bu,
Ne biçim anlayıştır!..
Ve ne büyük “tenakuz”dur!..
ÇADIR’DAN SOKAK’LARA!
Biliyorsunuz, özellikle “belediyeler”in verdiği “toplu iftar”ların öncülüğünü, Yılmaz Bayat döneminde Üsküdar Belediyesi yapmıştı...
Üsküdar Belediyesi’nin bu girişimi hem “takdir”le karşılanmış, hem de “taarruz”lara maruz kalmıştı.
Ama, bütün saldırılara rağmen, “Çadırda iftar” olayını bir “gelenek” haline getiren Üsküdar Belediyesi olmuştur.
Sonraki yıllarda;
Refahlı, Faziletli, Saadetli, BBP’li ve AK Partili belediyeler, gerek “çadır”larda, gerek “sokak”larda verdikleri “iftar yemekleri” ile bu geleneği devam ettirdiler...
Geçen yıl Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, tam “7 bin masa”yı yan yana dizdirmiş ve “10 kilometre uzunluğundaki iftar sofrası”nda 41 bin 120 kişiyi ağırlayarak “Guinness Rekorlar Kitabı”na girmişti.
Ve ayrıca, Hüseyin Bürge başkanlığındaki Bayrampaşa Belediyesi de, “sokak iftarları”nın yanısıra, kapatılan Bayrampaşa Cezaevi’nin kapılarını “iftar” için açmış ve insanlar “cezaevinde iftar” etmişlerdi.
Hüseyin Bürge’nin, “Kardeşlik Sınır Tanımaz” sloganıyla, “Balkan ülkeleri”nde başlattığı “mobil iftar” geleneğinin, yeni başkan Atila Aydıner tarafından da sürdürüldüğünü öğrenmek, son derece mutlu etti beni.
Bu yıl da;
Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can’ın organize ettiği “dev iftar sofrası”nı konuşuyor Türkiye...
Dile kolay;
Ümraniye Belediyesi, Alemdağ Caddesi ve ara sokakları trafiğe kapatıp, “1.5 kilometrelik alan”da, tam “100 bin kişi”ye iftar verdi.
Yaklaşık 10 bin masa yan yana dizilerek oluşturulan iftar sofrasında, 1.500 personel ve 300 garson görev yaptı... Yemek için, 15 ton pirinç ve 20 ton et kullanıldı.
Öyle sanıyorum ki;
Gelecek yıl, bu “rekor” da kırılacak ve “100 bin” rakamı, herhalde “150-200 bin”e çıkacaktır.
Şahsen ben; bunun bir “sidik yarışı” değil, “hizmet yarışı” olduğunu düşünüyorum.
Ne güzel işte;
Bir “gelenek” oluşturuluyor.
Belediyeler, “zengin”lerden aldıklarını “fakir”lere dağıtıyorlar...
“Halkı kaynaştırma” da cabası...
BEYLİKDÜZÜ’NDE İFTAR!
Bu vesileyle, daha önce hakkında “eleştirel yazılar” yazdığım Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun’un “iftar sofraları”ndan da söz etmek istiyorum.
“İftar sofraları” diyorum, çünkü Beylikdüzü’nde, sadece bir noktada değil, birçok noktada iftar veriliyor.
Meselâ, İDO’dan kiralanan “gemi”de, her gün “300 kişi”ye iftar veriliyor... Beylikdüzü sakinleri, saat 17.00’de gemiye binip, bir “Boğaz turu” yapıyorlar, aynı zamanda “İstanbul’un tarihi” konusunda bilgilendiriliyorlar... “İftar vakti” geldiğinde de, “oruç”larını gemide açıyorlar... Yani, Başkan Yuzuf Uzun, iftarları “sokak”tan “deniz”e taşımış...
Farklı ve güzel bir uygulama...
Ama, bu kadarla sınırlı değil...
Hemen her akşam; İstanbul’un en büyük camilerinden biri olan Fatih Sultan Mehmet Camii’nin etrafında da “masa”lar kuruluyor ve insanlara, “diğer belediyelerden farklı” olarak, “plastik kap”larda değil, “porselen tabak”larda yemek veriliyor... Yani, “lokanta”da nasıl yemek yiyorsanız, Beylikdüzü Belediyesi de aynı titizlikte ağırlıyor “oruçlu”ları...
Sanıyorum, birkaç gün içinde, “mahalle araları”nda da iftar sofraları kurmaya başlayacaklar.
Öyle tahmin ediyorum ki;
“Ramazan’ın onbeşi”nde, bir “sürpriz”leri var... Osmanlı dönemindeki bir “Ramazan geleneği”ni ihya etmenin ve yeniden canlandırmanın gayreti içindeler... “O günlerin atmosferine uygun olsun” diye, “tarihçiler”den bilgi almışlar... Bakalım, nasıl bir “sürpriz”le karşılaşacağız.
Hemen her gün, “3000-3500 kişiye iftar” verilmesinde ve “Ramazan etkinlikleri alanı”ndaki organizasyonun aksaksız yürümesinde Başkan Yusuf Uzun’a büyük destek veren belediye kurmayları Özer Celep’i, Efrahim Yeşil’i, Mithat Yolcu’yu, Nihat Adıgüzel’i, Resul Törer’i ve Basın Danışmanı Hüseyin Türkoğlu’nu yürekten kutluyorum... Çünkü onlar, Başkan Yusuf Uzun’la birlikte, “gece saat 01.00’e kadar” etkinlik alanındalar ve halkla sürekli diyalog halindeler.
Haa, bu arada;
Hemen her gün verdikleri “iftar”ların yanısıra, Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gecelerde “sahur yemekleri” de veriyorlar ki, dilerim, bu da bir “gelenek” halini alır.
Uzun lâfın kısası;
“Çadır”larda başlayan iftarlar, artık “sokak”lara ve hatta “deniz”lere taştı ki, dilerim, bu “Ramazan coşkusu” artarak devam eder.
Çünkü bu iftarlar, “birlik ve beraberlik ruhu”nun gelişmesinde, pekişmesinde son derece önemli rol oynuyor...
Allah, “hizmet”lerini daim etsin...

Ekonomik kriz ve savaş!
“Ekonomi”den pek anlamam... Ama, “ABD ve Avrupa çöküşün eşiğinde” iken ve “kapitalist sistemin can çekiştiği” yorumları yapılırken, “Dolar ve Euro’nun yükselmesi”ni de hiç anlamıyorum.
İnsanımız, “denize düşenin yılana sarılması” gibi; ABD ve AB ülkelerinin “can çekiştiğini” göre göre, tutmuş Dolar ve Euro’ya sarılıyor... Bu yüzden de, Dolar çıkmış 1.75, Euro çıkmış 2.5 liraya!..
Hiç, “ölü”den medet umulur mu?.. Ama insanımız hâlâ Dolar ve Euro’dan medet umuyor!.. Ben de bu işi anlayamıyorum...
İşte manzara ortada: “Lehman Brothers’in batışı” ile 3 yıl önce başlayan “ekonomik buhran”, dalga dalga yayılarak “tsunami”ye yol açtı... Sallanmayan hiçbir ülke yok... Artık Amerika da sallanıyor, Avrupa ve Rusya da!.. ABD ve Avrupa merkezli bu sarsıntı, elbette Türkiye’yi de etkiliyor... Borsa, sürekli kayıp veriyor... Ama, Allah’a şükür ki; Türkiye’nin “krizi fırsata çevirme” gibi bir imkânı var... En azından, “büyük batışlar” yaşanmaz diye düşünüyorum.
Aslında; ABD ve Avrupa’nın geldiği nokta için, “olacağı buydu” demek mümkün!.. Sen kalkar; “hep bana, hep bana” diyerek sürekli sömürür ve “adaletli paylaşım”ı hiç gündemine almazsan, olacağı budur!.. Öyle ya; “mazlum”ların ahı, devirir “şah”ları!.. Sen, “aç ve yoksul”lara el atmak yerine, paraları “silahlanma”ya harcarsan, işte böyle çıkmaz sokağa girersin!..
“Silahlanma” dedim de, aklıma geldi... “Kapitalizm”in tek çıkış yolu, “savaş”lardır!.. Korkarım ki, “yeni savaşlar” çıkarırlar ve “kan” üzerinden “servet” elde ederler!.. Özellikle Suriye’nin, böyle bir ortamda “akıllı” hareket etmesinde yarar var!.. Allah, sonumuzu hayreylesin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi