"Olumsuz laiklik düşkünlüğü"
Bu tabir Şerif Mardin'e ait. Mardin Türkiye'deki düşünce kısırlığının, sosyal bilimler alanında, özellikle bir sosyal olgu olarak din konusunda araştırmalardaki verimsizliğin sebebini "olumsuz laiklik düşkünlüğü"ne bağlıyor. Söz konusu olan laikliğin bir dogmaya dönüşmesi ve modernleşme çabaları boyunca içinde dinin büyük bir yer işgal ettiği geleneğin karşısına dikilmesi.
Mardin, Cumhuriyet'in reform politikalarının, Türk kültüründe hissedilir bir fakirleşmeye yol açtığını ileri sürer. Bu fakirleşmeyi de "Cumhuriyet'in sembolizminin kök salamayacak kadar yüzeysel" olmasına bağlar. Kök salabileceği tek alan okuldur; ancak okul çocukları arasında üretilen beklentiler hep yapmacık olmuş, sonra da karşılanamamıştır."(Ş.Mardin, "Modern Türkiye'de Din", Türkiye'de Din ve Siyaset, İletişim, 9. baskı, 2002, s. 81-82)
Mardin'in "Mahalle baskısı" başlığı altında SORAR'ın düzenlediği toplantıda hafta sonunda yaptığı konuşma, aslında yıllardır yazdıklarının bir tekrarı. Her toplumun bir değerler sistemi var. "İyi, doğru, güzel" dediklerimiz, bu değerler sistemini oluşturuyor. Cumhuriyet dönemindeki temel sorunumuz, yıkılan değerler sistemi yerine yeni bir değerler sistemi inşa edilemeyişi. Kemalizm'in sığlığı veya yüzeyselliği peşine takıldığı naiv pozitivizmle, bu sorunun bile yeteri kadar farkına varamayışında ortaya çıkıyor.
Şerif Mardin dini ve inanç sistemlerini tam da Durkheimcı anlamda bir "sosyal olgu" olarak ele alır. Durkheim dini ve inanç sistemlerini, toplumsallığın bir tezahürü olarak görür. "Dinî olan toplumsaldır" sözü, bu yaklaşımın özüdür. Toplumu anlamak ve açıklamak istiyorsanız, dinî sembollere ve şifrelere bakmak zorundasınız. Mardin'in de takip ettiği bu yaklaşımda incelenen şey din, açıklanan ise toplumdur. Din alanındaki araştırmalar, toplumu anlamak için seferber edilmektedir.
Cumhuriyet'in başından itibaren, Durkheim ekolünün parlak bir takipçisi olan Ziya Gökalp'in resmî ideolojiye büyük katkılarına rağmen, "olumsuz laiklik düşkünlüğü" din araştırmaları alanını karanlığa gömmüştür. Bana kalırsa, bu dinî araştırma düşmanlığının arkasında entelektüel donanımsızlık ve yetersizlik, daha doğrusu cehalet vardır. Sabri ülgener, Erol Güngör, Şerif Mardin gibi din alanını, ekonomiyi, toplumu, tarihi ve değişmeyi açıklayan bir kaynak olarak kullanan bilim adamları hep istisna olarak kalmıştır.
Mardin'in sembolik bir anlatımla okul ile camiyi, öğretmen ile imamı karşılaştırdığı son konuşmasından Oktay Ekşi'nin "Kemalizm'in sığlığı" tezine karşı çıkıp, suçu irtica tehlikesinin büyüklüğüne bağlaması; tam tersi bir istikamette Fikret Bila'nın da Mardin'in analizlerine hak verip, "laik cumhuriyeti korumak için eğitim alanında mücadele verilmesi" gerektiği sonucuna ulaşması, tam da Mardin'in anlattığı yüzeyselliği yansıtıyor. Halbuki Mardin'in siyaset ve ideolojik endişelerin dışında soğukkanlılıkla söylediği şeyler anlaşılsa, bugün laikliği bir "inanç sistemi" haline getirmeye çalışanların ani bir frenle durması lâzım. Demek ki Kemalizm gerçekten başarısız. Laikliğin "tartışılamaz" bir dogma olarak, sivil-asker koruyucularının himayesine alınması ve sonunda bir "yaşam biçimi" olarak savunulması da aslında bu sığlığın eseri.
Türkiye değişti. İmam Osmanlı'nın imamı değil, Cumhuriyet imamı. Unutmayalım, bütün imamları 657 sayılı kanuna tabi devlet memurları haline getiren Cumhuriyet oldu. Cami, bir mekân ve bir sosyal atmosfer olarak bugüne ait. Okullar ve öğretmenler şükür ki değişti. Mardin'in söylediklerini tek tek kendi öğrenim hayatımıza uyarlayalım. Okuldan hangi iyiyi, güzeli ve doğruyu öğrendik? Bugünün öğrencileri daha şanslı değil mi?
"Mahalle baskısı" tabiri, ideolojiler savaşı olarak değil, modern şehirli toplumların grup dinamiği olarak anlaşılmalı. Cemaat yapıları dünyanın her yerinde dağıldı. Mahalle artık hiçbir yerde yok. Doğan boşluk, ya gelenek yeniden keşfedilerek veya özgür bireyler eliyle yeniden dolduruldu. Bugünün orta sınıfı, dünün geleneksel kesimleri. Eğer Kemalizm, geniş halk kitleleri karşısında dar seçkin grupların dünyasını temsil ediyorsa, her Allah'ın günü sürdürdüğümüz tartışmalar onun sığlığını ve yenilgilerini anlatmıyor mu?