Diyanet Böyleyken Türkiye Laik Değildir
Diyanet İşleri Başkanlığına vazifesine ve şanına yakışır bir konum vermeyen bu sistemi kınamış, ona karşı ikiyüzlülüğünü ortaya koyarak ayıplamış ve sormuştuk: Diyanet dinî bir kurum mudur, yoksa idarî bir kurum mu?
Arkasından gelecek soru da hazırdır tabi: “Laik devlette diyanet olur mu?”
Bu sistem halka cevap vermeye gerek bile duymaz. Baştan bir söz söylemiştir, onunla yetinilmesini ister: “Diyanet ‘dinî’ bir kurum değil, ‘idari’ bir kurumdur. Onun için devlet bünyesinde olması laikliğe aykırı değildir.”
Pişkinliğe bak!
Cevap mı şimdi bu?
Kargalar bile güler buna!
Zaten laikliği alırken halka mı sordular ki?
İçten, yani sistem içinden, Diyanet Kurumundan kimin haddine düşmüş onu sorup sorgulamak?
Ama dıştan çok sıkıştırırlarsa onlara da bir cevapları vardır: “Bizim bize özgü şartlarımız vardır. Anlayın bizi!”
“Peki, nedir şu size özel şartlar?”
Cevap nettir: “ İslam.”
Yani?
“İslam Hristiyanlık gibi henüz reform geçirmemiştir. Dünyanın işlerine de, idaresine de karışır. Laikliği asla kabul etmez. Onun için İslam’da reform yapana kadar bu böyle devam edecektir.”
Döndük mü şimdi tekrar başa?!
Yani din ve vicdan özgürlüğüne?
En temel insan haklarına?
Dön baba dönelim!
Bakın bakalım seksen senede kaç arpa boyu yol gitmişiz!
Bütün bunlar göz önüne alındığında, Diyanet mensuplarının başı olan Başkandan tutun da, müftü, vaiz, imam ve müezzinlere kadar hepsinin devlet memuru oluşu, üzerinde derin derin düşünülecek ve ibret alınacak bir durumdur.
Hatta Diyanete eleman yetiştiren İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinin öğretim görevlilerinin devlet memuru oluşu, yine üzerinde derin derin düşünülecek ve ibret alınacak bir durumdur.
Diyanet ve devlet memurluğu…
Hem de nasıl bir devletin memurluğu?
Açıkça söyleyelim, kısmen de olsa, İslam kanunlarının devlet yönetimine müdahalesini şiddetle yasaklayan, İslam Hukuku olan şeriatla ve şeriatçılarla mücadeleyi en büyük amaç edinen, hatta şeriatı ülke için birinci tehdit kabul ederek öncelikle mücadele edilecek en büyük tehlike gören bir devletin memurluğu…
Elbette üzerinde derin derin düşünülecek ve ibret alınacak bir durumdur bu mevzu...
Çünkü bunların aldığı eğitimin bir adı İslam ise, diğer adı da şeriattır.
Çünkü bunlara göre “şeriat İslam’dır.”
Bu ise – niye ise- devlet nazarında suçtur.
Böylece hepsi de “potansiyel suçlu”durlar devlet nazarında…
Ayıkla pirincin taşını!
Herkes ayıbın üstünü örterek, kiri halının altına süpürerek idare ediyor. Devlet İslam yerine “şeriat ve irtica” kelimesini kullanarak vuruyor. Diyanet ve dindarlar da İslam diyor ama asla “şeriat” kelimesini kullanmıyor. Vaziyet idare edilmiş oluyor böylece. Birisi kalkar da “Şeriat İslam’dır” derse, herkes ona “oyun bozan” muamelesi yaparak dışlıyor.
Bilmem ki söylemeye gerek var mıdır; bu memurlar, idare içinde sıradan bir kurumun sıradan memurlarıdır ve her memur gibi amirlerine karşı yasal sorumlulukları vardır.
Yine bilmem ki söylemeye gerek var mıdır, bu kurumda çalışanlar, bütün zorluklara rağmen dine ve insanlara hizmet edebilmek için çabalayıp duran o güzel insanlar, bu durumdan asla memnun değillerdir.
Diyanet’in hiç olmazsa “özerk” bir yapıya kavuşturulmasını yıllarca ister dururlar, ama onları kim dinler?
Çok haklı olarak, hiç olmazsa kendi personellerini yetiştirecek imkanları vermelerini istediklerinde, karşılarına anlamsız veya aşılması mümkün olmayan (!) bir sürü engel çıkarırlar.
Bu ülkede sağlıkçılar okullarını açmışlardır.
Polisler, emniyetçiler okullarını açmışlardır.
Ziraatçılar okullarını açmışlardır.
Askerler okullarını açmışlardır ve onlar bu okullarda kendi programlarına göre istedikleri gibi öğrenci yetiştirirler.
Aynı hakkı Diyanet de isteyince, yani haklı olarak din görevlisi yetiştirmek için kendisine ait okullar isteyince, devletin bütün kademeleri hep bir ağızdan bağırırlar:
-Hayır, asla olamaz!
-Neden?
-Tevhid-i -Tedrisat kanunu var!
-Saydığımız onca okuldan ve bunca özel okul ve üniversiteye hazırlık kurslarından sonra Tevhid-i Tedrisat kanunu var ha!
Düşünce ve inanç hürriyetinin olduğu yerde “Tevhid-i -Tedrisat kanunu” artık saçma kalmıyor mu? Kime hangi düşünceyi zorla kabullendireceksiniz Tevhid-i -Tedrisat kanunu ile?
Sen istediğin kadar “Türkiye laik değildir” de, onlar yine de “Türkiye laiktir, laik kalacak” derler. Bilerek yalan söylerler.
Yeni bir anayasa yapılırken Diyanet de düşünülecektir elbette. Ama bu sefer yalana dolana tenezzül etmeden, bu ülkenin %99’nun Müslüman olduğu gerçeği (!) nazara alınarak düşünülmelidir.
Bakalım kimler ne düşünmektedir?