Kürt hareketi meşruiyetini hızla yitiriyor
Her gün genç çocukların ölüm haberinin geldiği bir ortamda barış çağrısı yapmanın anlamı yok.
PKK yönetimi veya onu yönetenler, ya Türkiye’yi askeri müdahaleyle alt edeceğine inanıyor ya da böyle bir mücadele sırasında anti-demokratikleşen atmosferde, daha fazla halk desteğini arkasına çekeceğini ümit ediyor.
İkinci planın daha gerçekçi ve anlaşılabilir olduğunu itiraf etmek gerekir.
Her toplumsal gerilimde hak ve özgürlükleri askıya almaya alışkın bir gelenekten geliyor açıkçası.
Şu anda PKK gibi bir örgütle karşı karşıya olmamızın, bu örgütün arkasında bu kadar güçlü bir halk desteği bulmasının temel nedeni 12 Eylül döneminin uygulamaları.
Askeri yönetimin infazlarından, işkencelerinden, insan hak ve onuruna aykırı uygulamalarından, köy yakmalarından, dili ve kültürü üzerindeki yasaklarından nefret eden Kürt halkı, ya aktif olarak ya gönül bağıyla PKK’nın yanında yer aldı.
Çocuklarının Diyarbakır Cezaevi’nde öldürülmesine, kocalarına bok yedirilmesine duyulan haklı tepkinin bir sonucuydu bu destek.
Türkiye PKK arkasındaki kitle desteğini tam okuyamadı, anlayamadı.
Uzun yıllar meseleye sadece askeri bir sorun olarak baktı ve mücadeleyi insan hak ve özgürlüklerine aykırı biçimde, neredeyse savaş hukukunun bile kabul edemeyeceği yöntemlerle sürdürdü.
1990’lı yıllar bölgede yargısız infazların, itirafçı terörünün pervasızca arttığı yıllar oldu.
Her ev bu uygulamadan nasibini aldı.
Silahlı mücadeleye az da olsa darbe indirildi ama örgütün özellikle gençler ve kadınlar üzerindeki desteği daha arttı ve yaygınlaştı.
Ankara’nın gerçek sorunla yüzleşmesi ve bu yolda adım atmaya hazırlanması yıllar aldı.
Bu sürede örgüt palazlandı, uluslararası boyut aldı, kadrolarının çıkar tabanları oluştu.
Tabii ki halk desteği de giderek genişledi.
Ankara başta Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönem olmak üzere çözüm yolunda çok fırsatı harcadı.
Ama son dönemde demokratik çözüm iradesinin arttığı gerçeğini görmememizi gerektirmiyor bu tablo.
Kürt dili ve kültürü üzerinde yasakların kalkması, demokratikleşme yolunda atılan adımlar, Kürtçe televizyon yayını gibi gelişmeler yok sayılamaz veya önemsiz oldukları iddia edilemez.
Bu gelişmelerin yanında KCK operasyonu gibi talihsiz adımlar da atıldı elbette.
3 binden fazla Kürt siyasetçi bu operasyon nedeniyle uzun zamandır cezaevinde ancak ‘’Türk’’ kamuoyu ve yapıcıları, Ergenekon sanıklarıyla ilgilenirken bu gerçeği görmezden geldi, yok saydı.
Taş atan çocuklara gösterdiği vicdani tepkiyi bu davadan esirgedi, bunun da toplumsal sonuçları oldu elbette.
Bu gelişmeler, örgütün artık hiçbir gerekçesi ve gerçekçiliği kalmamasına rağmen, devam ettirdiği kanlı eylemlere kitle desteği bulmasını ve daha önemlisi mevcut desteğin azalmaması sonucunu verdi.
Rahatsız edici olabilir ama gerçek bu.
Böyle bir tabloda, hele ölüm haberleri gelirken girişte de vurguladığım gibi, askeri yöntemlerle mücadele edilmemesi çağrısı yapmak hem önemsiz, hem anlamsız.
Devlet, kendine yönelik saldırılar karşısında eli kolu bağlı beklemez, beklememeli.
Bu saldırılara karşı gereken yapılmalı ama bu yapılırken demokratik açılım süreci sürdürmek, diğer yandan da örgütün halk desteğini artıracak uygulamalardan kaçınmak gerekir.
Kanlı bir döneme giriyoruz ve Kürt hareketi bunu engellemek için kılını kımıldatmadı.
Bu tutum hareketin meşruiyetini tartışmalı hale getirdiği gibi, sonuçlardan da önemli ölçüde sorumlu kılıyor.