Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Moda, Batı ve biz

Moda, Batı ve biz

Avrupa “modernleşme” uğruna öldürdüğü değerleri yeniden tanımlayıp inşa etme derdinde...
Sırf “daha çok para kazanmak” için kirlettiği çevreyi yeniden temizlemeye, dünyayı tekrar yaşanabilir bir hale getirmeye çalışıyor...
Bu arada icat ettiği kavramlarla da hesaplaşmaya başlıyor... Bunlardan biri de “moda”...
Geçenlerde Sunday Times Gazetesi’nin eski moda editörü Charty Durrant, modayı “dünyadaki tüm kötülüklerin anası” ilân etti (Milliyet, 15 Ağustos 2011).
Tespiti ilk bakışta abartılı gibi duruyor. Ancak modanın aşırı tüketimi kamçıladığını, aşırı tüketimin aşırı üretim anlamına geldiğini, aşırı üretimin daha fazla çevre kirlenmesi, daha çok kaynak israfı, adaletsiz paylaşım (bir taraf tokluktan ölürken diğer tarafın açlıktan ölmesi gibi çelişkiler) gibi durumlara hizmet ettiğini hatırlarsanız, Charty Durrant’a hak verenler kervanına katılabilirsiniz.
Ben Batılıların hangi hesabın içinde olduğunun derdinde değilim. Benim derdim kendimle. Zira zaman zaman kendimi “marka” ve “moda” hesabı yaparken yakalıyorum.
Oysa eskiden, “ehl-i dünya” dediğimiz dini hassasiyetleri bulunmayan kesimin kaymak tabakasının moda tutkusu ile dalga geçer, imanımız biraz daha derinse bu kesime acıyarak bakardık.
Artık “gıpta” (kıskanarak) ile bakıyoruz!
Bitimiz kanlanır kanlanmaz da “onlar gibi” yaşamaya başlıyoruz...
Moda bizim de belirleyicimiz oldu! Bizim de “modern tesettür”, “İslâmi beş yıldızlı tatil”, “İslâmi plâj”, “İslâmi butik”, “İslâmi güzellik salonu”, hatta “tesettür mayo” gibi nevzuhur modalarımız var...
Tabii “modacı”larımız ve artık “image maker”larımız da var...
Kısacası dostlar dünya doldurdu tüm hayatımızı! Lüks, ihtişam, kibir, gösteriş girdi bizim de hayatımıza: Saptık, sapıttık!
Eskiden böyle yaşamazdık, lüksümüz, gösterişimiz yoktu...
Varlıklı Müslümanlar oturdukları muhitin malî durumuna uygun bir hayat tarzını tercih ederlerdi. Gösterişe kaçmazlardı. Bütün birikimlerini kendilerine ayırmak yerine çevrelerindeki fakirleri doyurur, muhtaçlara yardım eli uzatır, hatta bitki ve hayvanlara yardım amaçlı vakıflar kurarak şefkat köprüsüyle hayata bağlanırlardı.
Her zaman ispat ederek ifade etmeye çalıştığım gibi, Osmanlı toplumu, sözün tam manasıyla bir “sevgi, şefkat ve infak (yardım) toplumu”ydu. Çünkü hayatımızı inançlarımız şekillendiriyordu.
Uzun zamandır, hayatımızı inançlarımız yerine “günün modası” şekillendiriyor.
“Farklı” görünme hastalığı bizim de ruhumuzu avuçladı. Cebimiz para gördükçe, zaruri olmayan ihtiyaçları “zaruri ihtiyaç” saymaya başladık. “İmanda kardeşlik” sırrını unuttuk, “sınıf kardeşliği” icat ettik...
O gün bugündür, gelir düzeyi yaklaşık aynı olan dindarların oluşturduğu etrafı surlarla çevrili kolonilerde oturuyor, tabii zekât verecek fakir bulmakta zorluk çekiyoruz!
Anlayacağınız, varlıklı ama dindar Müslümanlar olarak çoğumuz “takva” ile “marka” arasında kaldık, işin içinden çıkamıyoruz..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi