Şam'la satranç
Ortadoğu'daki gelişmeleri bir satranç maçına benzetirsek, Suriye oyunun "Şah"ı konumunda. Ve maçın oyuncularının çoğu hamlelerinde bir an önce "Şah"ı teslim almayı hedefliyorlar.
Birkaç oyuncu ise "Şah"ın düşmesinin yaratacağı şokun kendilerine ne denli ağır bir jeostratejik fatura çıkaracağını bildikleri için olanca güçleriyle yeni savunma sistemleri geliştirmeye çalışıyorlar.
Tarafların son hamlelerinden birkaçını hatırlatayım.
Hatırlar mısınız; bu ay başlarında Beşar Esad'a yakın kaynaklar Ortadoğu medyası üstünden bizim tarafa bir mesaj gönderdi: "Türkiye'de birtakım gruplar Suriyeli muhaliflere silah gönderiyor."
Hemen ardından, 5 Ağustos'ta, Şam'a bu kez Batı medyası üstünden karşı mesaj postalandı: "İran'ın Türkiye üstünden Suriye'ye ulaştırmaya çalıştığı silahlara Diyarbakır'da el konuldu."
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun da "Benzer duyumları biz de aldık" diye cümle arasında doğruladığı bu mesajın da cevabi mesajı oldu. Bu kez Rusya'dan: "Suriye yönetimine silah satmaya devam edeceğiz."
Bu mesajlar birbirlerini götürdü mü, ya da nötrleştirdi mi; bilmem...
Ancak bildiğim bir şey var: Gerçekten iki taraf da silahlanırsa, silahlandırılırsa, Suriye'deki başkaldırı, kimsenin önüne geçemeyeceği bir iç savaşa dönüşür. Kimsenin önleyemeyeceği ama herkesi içine çekecek, Ortadoğu'nun tüm fay hatlarını harekete geçirecek bir iç savaşa...
***
ABD Başkanı Barack Obama 10 günlük tatile çıkmadan hemen önce yazılı bir açıklama yayınladı. (Not:
Obama ailesi önceki iki yazda olduğu gibi bu kez de Massachusetts eyaletindeki milyarderler adası Martha's Vineyard'da, haftalık kirası 50 bin dolar olan lüks bir rezidansta tatil yapıyor. Tabii ABD'de kıyamet kopuyor, özellikle de Obama'nın altını oymaya yeminli Cumhuriyetçiler cephesinde: "İnsan ABD Başkanı'ysa ve ulus derin bir krizle boğuşuyorsa, tatil size haramdır. Tatile çıkacağınıza işsizlerin acısını paylaşmalısınız...")
Ne diyorduk; evet, Obama valizini "Air Force One" uçağına yükletmeden önce yaptığı açıklamada, "Başkan Esad'ın çekilme vakti geldi" dedi. Sonra da, kendi ifadesiyle, "Görülmemiş bir yaptırım listesi"ni imzaladı.
Neredeyse eş zamanlı ve iyi bir koordinasyonun ürünü olarak, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Obama'nın çağrısını tamamladı: "Suriye rejiminin meşruiyeti kalmadı."
Ve hemen ardından AB'nin üç ağır topu, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy ile İngiltere Başbakanı David Cameron koroyu tamamladı: "Esad artık Suriye'yi yönetemez."
Koronun sesi o kadar gür çıktı ki, arada bir "Solist"in "Partisyon"u kaynayıverdi: ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "Bizim adımlarımız tamam ama Esad'ın meşruiyetini kaybettiğini asıl Türkiye ile Suudi Arabistan söylemeli..."
ABD-AB-Almanya-Fransa-İngiltere beşlisinin hamlesine cevabın dün yine Moskova'dan geldiğini (Rusya Dışişleri Bakanlığı, "Esad'a istifa çağrılarına katılmıyoruz. Tam tersine Cumhurbaşkanı Esad'a açıkladığı reformları gerçekleştirmesi için zaman tanınması gerektiğini düşünüyoruz" dedi) belirteyim ve hemen sorayım:
"Suudi Arabistan'ın ne yapacağına karışmayız ama Türkiye, ABD'nin gazına gelir mi ya da gelmeli mi?" Cevabım, kocaman bir "Hayır". Çünkü, Ankara'nın böyle bir kararı;
1-Suriye'yi tamamen İran'ın kucağına teslim etmek olur.
2-Baas rejimiyle tüm kanallar kesilir, bu da Esad üzerindeki ikna gücünün yitirilmesi anlamına gelir.
3-Türkiye, rejim ile muhalifler arasında diyalog köprüsü olmaktan çıkar.
4-Suriye'nin dünyaya açılan tek penceresi de kapanır ki, bu da Esad'ı karanlık ve sıkı sıkıya kapalı odada kıstırılan kedi kadar vahşileştirir ve -PKK dahil- her silaha başvuracak kadar baştan çıkarır.
5-Türkiye'nin Suriye'deki ekonomik çıkarları ağır darbe alır.
Hayır, Türkiye, Hillary Clinton'un dolduruşuna gelmemeli. Zaten gelecek gibi de görünmüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.