Orduya Hürmet
Liseyi 1952'de bitirdim, aynı yıl üniversitede okumaya başladım, 1956'da diplomamı aldım, yine 50'li yıllarda dergicilik yaptım, yazı yazdım, kısa bir süre için memur oldum, Erzurum'da yedeksubaylık yaptım.
Bendeniz 1950 ile 1960 yılları arasındaki Türkiye'yi çok iyi hatırlayan bir kimseyim.
O tarihte Kemalist vesayet vardı ama askerî vesayet yoktu.
Ordu kışlasındaydı, siyaset arenasında değildi.
Ordu, siyasete karışmazdı.
Ordu, derin ve gizli bir siyasî parti gibi hareket etmezdi.
Ordu, sivil iktidara itaat ederdi.
Ordu, dindarlığı bir suç olarak görmezdi.
Ordu, Ankara İlahiyat fakültesinde üniformalı öğrencilerini moral subayı, din hizmetlisi olarak yetiştirirdi.
Askerî birliklerin bazısında camiler vardı, ezan okunurdu; hafız olan, yeterli din bilgisine sahip olan bir er mihraba geçer, bazen birlik kumandanı da arkasındaki safta yer alır cemaatle namaz kılınırdı. Kimse buna itiraz etmezdi.
O uğursuz 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bütün dengeler bozuldu ve bugünkü buhranlara geldik.
28 Şubat post modern darbesinden sonra her şey zıvanadan çıktı.
Dindar subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, bütün hakları çiğnenerek atıldı.
Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetleri ayaklar altına alındı.
Din bir tehdit ve tehlike olarak gösterildi.
Terör fırtınaları estirildi.
Bütün bu yapılanlar insan haklarına, adalete, insafa, vicdana, bilgeliğe, millî kimlik ve kültüre aykırı idi.
Vatana, halka, devlete büyük zararı oldu.
Çok şükür ordu konusunda normale dönüş başladı.
Ordumuz halkın ve devletin ordusudur.
Ordu, Kemalizm ideolojisinin değil, Türkiye'nin ordusudur.
Ordu yeni nesiller için bir mektep olmalıdır.
Orduya eksik giren tam, ham giren olgun, cahil giren bilgili, yaramaz giren uslu çıkmalıdır.
Ordu, ülkenin hakim dini olan İslam'a hürmet etmelidir.
Ben bir Müslüman olarak orduyu Peygamber ocağı bilirim.
Ordunun mânevî kimliğine toz kondurmam.
Lakin orduyu âlet edenleri, insan haklarını çiğneyenleri, orduyu herhangi bir ideoloji uğrunda kullananları sevmem.
Peygamber ocağı olan ordumuza saygılarımı sunuyorum.
*(İkinci yazı)
Dinî Kaos ve Anarşi
Bugün Türkiye'de Sünnî halkı ve bilhassa Sünnî gençliği Ehl-i Sünnet Müslümanlığından kopartıp bid'at fırkalarına çekmek için çok yoğun bir faaliyet görülüyor.
Bilhassa genç nesiller onlarca fırkaya ayrılmıştır.
İnanç konusunda vahim bozukluklar ortaya çıkmıştır.
Ümmet birliği parçalanmıştır.
Düzinelerle cemaat, tarikat, grup arasında irtibat yoktur.
Müslümanların müşterek bir İmamı/Emîri yoktur.
Ümmet içinde üniter bir hiyerarşi yoktur.
Ümmet kurumları yoktur.
Korkunç, iğrenç, rezil, kusturucu bir din ve mukaddesat sömürüsü vardır.
Hizip fanatizmi ve militanlığı yapılmaktadır.
Birtakım ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.
Dinin temel direği olan beş vakit namaz ya tamamen terk edilmiştir, yahut hafife alınmaktadır (tehâvün).
Kutsal Kur'anın yorumu ayağa düşürülmüştür, cahiller re'y ve heva ile tefsir yapıp yanlış hüküm çıkartmaktadır.
Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) Sünneti inkar edilmekte, kaynak olarak kabul edilmemektedir.
Derin şer güçleri Müslüman yığınları dünyevîleştirmek, sekülerleşmiş sürüler haline getirmek için cehennemî ve ifritî propaganda yapmaktadır.
Tesettür adı altında Şeriata aykırı şeytanî kıyafetler sergilenmektedir.
Bazı aykırı ve bozuk ilahiyatçılar Teravih namazını bile inkar etmektedir.
Şer güçleri AB, BOP, ABD, Siyonizm normlarına uygun yeni ve değişik bir İslam türetmeye çalışmaktadır.
Müslümanların harim-i ismetleri olan evlerindeki fitnevizyonlardan günde 24 saat fuhuş, içki, müstehcen yayın, günah, isyan, tuğyan, küfür, fısk ve fücur pislikleri akıtılmaktadır.
Türkiye'de medya özgürlüğü olmasına rağmen Ehl-i Sünnet Müslümanları yeteri kadar savunma yapmamaktadır.
Bir kısım İslamcılar İslam davasına ihanet etmiştir.
Dün bozuk ve sapık dedikleri düzenin haram nimetlerine saldırmışlar, Cehennem ateşi servetler edinmektedirler.
Din garip kalmıştır.
Lüks, israf, fuhşiyyat tufanı her yeri kaplamıştır.
Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın ve Peygamberî Ahlakın yasak kıldığı, kötü gördüğü günahlar açıkça, küstahça işlenmeye başlamıştır.
Halk yığınları nasihatsiz ve uyarısız kalmıştır.
Bir kısım güçlü ve zengin Müslümanlar kâfirleri dost ve velî edinmişlerdir.
Müslüman kesimde yeteri kadar ve etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmamaktadır.
Müslümanlar, çoğunlukta oldukları bu vatanda esir, zelil, zebun vaziyete düşmüşler; ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci, sömürge yerlisi statüsünde yaşamaktadırlar.
Müslümanların temel insan hakları, kendi aczleri, gayretsizlikleri, cebanetleri yüzünden ayaklar altına alınmaktadır.
Cuma ezanı okununca dükkanların, lokantaların, iş yerlerinin kapatılmasını yasaklayan bir kanun olmadığı halde dindar Müslümanlar, Kur'anın emrine uymayarak dükkanlarını kapatmamaktadır.
Sabah namazında ve diğer vakitlerde camiler yetim ve garip kalmıştır.
Zekatlar bile Kur'anın, Sünnetin, şeriatın, fıkhın öngördüğü şekilde doğru dürüst verilmemekte, sarf edilmemektedir ve bu yüzden nice Müslüman fakir ve miskin sürünmektedir.
Farzlar terk edilirken, haramlar işlenirken tuzu kuru bir kesim akın akın turistik umre seyahatleri yapıp lüks otellerin üst katlarından Kâbe-i Muazzama seyri yapmaktadır.
Bütün bu anarşi ve kaostan kurtulmak, Kur'an ve Sünnet yoluna girmek, Şeriat ile amel etmek, ahlaklı ve doğru Müslümanlar olmak için yapılacak ilk iş bütün Sünnî Müslümanların ihtilafları ve tefrikayı bırakıp Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde birleşmeleri ve yerlerini almaları gerekmektedir. Başka yol ve çare yoktur.
Bugünkü kaos, anarşi, tefrika, fitne fesat, her kafadan ayrı ses çıkması, nifak şikak, devam ederse kurtuluş olmaz, murtuluş olur.
Müslümanları kimler uyaracak?
Kimler bilgilendirecek?
Kimler kurtuluş yoluna çağıracak?