Yaşar Nuri’ye cevap: Türkiye’nin kızıl bir cehennem olmasını
Bugün gazetesini 1966 ile 1971 yılları arasında yayınladım. Kendim kapatmadım. 12 Mart 1971 darbesinden sonra sıkıyönetim kumandanlığı tarafından süresiz kapatıldı. O tarihte çok olumsuz yayınlar yapan, ortalığı karıştıran Cumhuriyet gazetesi ise sadece 20 gün kapatılmıştı. Gazetemin ve müesseselerimin batmasında rolleri olan Başbakan Şalcı Nihat Erim’e, bakan Sadi Koçaş’a, sıkıyönetim kumandanı Org. Faik Türün’e haklarımı helâl etmiyorum. BUGüN, Marksist kızıl teröristlere karşı Türkiye’nin bütünlüğünü, millî kimliği savunan bir gazete idi. 12 Mart hareketi Müslümanlara karşı değil, kızıllara karşı yapılmıştı. Cumhuriyet gibi 20 gün kapatılabilirdi. Lakin, İslâm’ı ve Müslümanları bu ülke için kızıllardan daha tehlikeli görenler onu süresiz kapattılar.
O zaman yurt dışındaydım. 1974’te af kanunundan sonra yurda döndüğüm zaman, bir dostuma emanet olarak bırakmış olduğum BEDİR Yayınevi dışında elimde hiçbir imkân kalmamıştı. Artık günlük gazete çıkartamazdım. Beyazlar benden intikamlarını almışlardı...
Türkiye’de nisyan/unutma, hâfıza yetersizliği vardır. Genç nesiller yakın tarihin hadiselerini, içyüzünü iyi bilmezler.
Birileri/bazıları 1971 darbesinden sonra mahkeme kararı ve Büyük Millet Meclisi’nin bu kararı tasdik etmesi ile asılan Deniz Gezmiş’i ağzı süt kokan mâsumcuk olarak gösteriyor. Bizi de eli kanlı Amerikancı katiller olarak.
Bir kısım medya hadiseleri çarpıtıyor, akları kara, karaları ak olarak göstermek için her türlü hileyi, yalanı, dolanı, dezenformasyonu irtikap ediyor.
Bendeniz Amerikancı, kanlı katil oluyorum. Deniz Gezmiş yurtsever...
Meşhur ilâhiyatçı ve politikacı Yaşar Nuri öztürk de bir kitap yazmış, orada beni Amerikan taraftarı olmakla suçlamış. Kitabı henüz tedkik etmedim. Kendisiyle iki TV programında karşı karşıya bulunduk. Oradaki konuşmalarındaki iddia ve tezlerine karşı birkaç madde yazmak istiyorum.
1. 1960’lı yılların sonlarında, 70’li yılların başlarında dünyada iki süper güç vardı. Sovyet Rusya ile Amerika. Benim gibi bir Müslümanın gözünde bunların ikisi de küfür idi. Acaba Müslümanlar için ehven (hafif olan) hangisi idi? Dünya iki kampa ayrılmıştı? Türkiye hangi kampta olmalıydı? Bulgaristan gibi Marksist kampta mı, yoksa kerhen de olsa, kendi yolunu kendisi çizecek ve açacak imkânlara kavuşuncaya kadar Amerikan nüfuzu sahasında mı olmalıydı? Deniz Gezmiş’ler, onların ağabeyleri bize Marksist ve sosyalist bir model teklif ediyorlardı. Komşumuz Bulgaristan’daki soy ve din kardeşlerimizin durumunu görüyorduk. Orada insan hakları, gerçek demokrasi, çoğulculuk, din ve inanç hürriyeti yoktu. Dehşetli bir baskı, zulüm, asimilasyon, ezme politikası takip ediliyordu. Türkiye’nin Bulgaristan’a benzemesi, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar için bir felâket olurdu. İslâm hukukunun ve bilgeliğinin evrensel prensiplerinden biri de “Ehven-i şerreyn tercih olunur” (iki kötülükle karşı karşıya kalınırsa, bunlardan az kötü olanı seçilir) kaidesiydi. Biz Müslümanlar, ülkemizdeki düzenin kötü bir düzen olduğunu kabul ediyorduk. Lâkin o tarihteki şartlar ve imkânlar içinde onu değiştirip yerine daha iyi bir düzen getirmek imkânlarına sahip değildik. O halde, o imkânlar elimize geçinceye kadar, ehven-i şerreyn yani Amerikan nüfuzu bölgesinde bulunmak zorundaydık...
2. Deniz Gezmiş’leri ağzı süt kokan mâsumcuklar olarak gösteren birileri, Müslümanların, Türkiye’de terör yaparak, şiddet kullanarak çalışan, kan döken, çarpışanlara karşı yürüyüşler, mitingler yapmasını tenkit ediyorlar. Onlara sormak gerek: Teröristleri destekleyenlerin miting yapma, yürüme, bağırma hakları var da, anti-komünist Müslümanların yok mudur?
3. Deniz Gezmiş ve arkadaşları adam öldürünce kanlı katiller olmuyor, onlara karşı çıkan Müslümanlar oluyor? Bu adamlar ne kadar taraflı, adaletsiz, gerçekleri örtücü bir zihniyete sahiptir?
4. Güneydoğu Asya ülkelerinden Kamboçya’da, Amerika’dan destek ve yardım gören berbat bir rejim vardı. O ülkenin Deniz Gezmiş’i olan Pol Pot bu rejimi devirdi, yerine, Sovyetler Birliği’ne ve Kızıl çin’e dönük Marksist bir dehşet rejimi kurdu ve ülkenin 6 milyon olan nüfusunun (şimdi vereceğim rakama dikkat buyurunuz) tam iki milyonunu öldürttü, yani üçte birini... Bu ne demektir? Amerikan yanlısı berbat rejim ne kadar berbat ve iğrenç olursa olsun; berbatlıkta, iğrençlikte, katillikte, canavarlıkta, haydutlukta, gaddarlıkta Pol Pot rejimini geçemez. Vicdanlı ve insaflı okuyucularımdan rica ediyorum lütfen internet’e baksınlar ve bu Pol Pot’un tarihte benzeri görülmemiş cinayetiyle ilgi bilgiler edinsinler.
5. Türkiye’nin Pol Pot’ları, bizim ülkemizde de böyle katliamlar (soykırımlar) yapabilirler miydi? O günlerin ünlü savcısı Baki Tuğ, Aksiyon dergisinin kendisi ile yaptığı röportajda bizde de 3 milyon civarında vatandaşın öldürüleceğine ait bilge ve belgelere ulaşmış olduklarını beyan ediyor. Bizim teröristler yine insaflı imişler. Pol Pot orada halkın üçte birini temizlemişti, bizimkiler aynısını yapacak olsalardı, 10 milyondan fazla adam öldürmeyi planlamaları gerekirdi.
6. 1960’ların sonlarında ve 70’lerin başlarında Müslümanların, bugün olduğu gibi İslâm’a ve Müslümanlara açıktan saldırmayan Amerika’nın safında olmaları caiz miydi?.. Bunun için İslâm’ın ilk çağına bakmamız, Asr-ı Saadet tarihini incelememiz gerekir. O tarihte dünyada iki imparatorluk (süper güç, büyük devlet) vardı. Doğuda Fars/İran devleti. Batı’da Bizans/Roma devleti. Bizans Ehl-i Kitab’tı, İran ise müşrikliğe yakındı. Müslümanlar, tabiatıyla Bizans’ı destekliyordu. Bu destek, elbette onların tahrif edilmiş dinini desteklemek mânâsına gelmezdi. Ama onlar Allah’a, Peygamberlere, Kutsal Kitaplara, ahirete, Cennet ve Cehenneme inanıyorlardı... Zaten tarih kitaplarımız yazıyor, o devirdeki Mekke müşrikleri (putlara tapıcılar) İran’ı desteklermiş, Müslümanlar da Bizans’ı. Hattâ bir ara iki devlet savaşmış, İran galip gelmiş. Müşrikler bayram yapmış, Müslümanlar üzülmüş... Kur’ân-ı Kerîm’in Rûm süresindeki âyetler nâzil olmuş, Hıristiyanların ileride İran’ı yenecekleri bildirilmiş... İşte 60’lı 70’li yıllarda ateist, çok zalim, çok merhametsiz, çok gaddar Sovyetler Birliği’ne karşı, Amerika’yı kerhen desteklememiz böyledir.
7. Amerika o tarihlerde bugünkü gibi bir rejime sahip değildi. Müslümanların dinlerine saygı gösteriyordu. ABD Başkanlarından Eisenhover, başkent Washington’da güzel bir cami ve İslâm merkezi inşa ettirmişti. Amerika’da yaşayan Müslümanlar, Türkiye’deki din kardeşlerinden daha fazla hürriyete sahipti.
8. Küfür tek bir millettir. Evet, bu doğrudur. Ancak küfür milletinin içinde eşedleri ve ehvenleri de bulunur. Kur’ân-ı Azimüşşan’daki iki âyetin meallerini dikkatlerinize sunuyorum:
“İnsanlar içinde mü’minlere (Müslümanlara) en şiddetli/sert düşmanlık yapanları Yahudiler ve müşrikler (Allah’a ortak koşan, putlara tapanlar) bulacaksın. Mü’minlere dostluk ve meveddet bakımından en yakın olanları da ‘Biz Hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın. çünkü bunların içinde âlim keşişler ve tarik-i dünya rahipler vardır ve bunlar kibr etmezler.....” (Maide, âyet 82)
Bugün Hıristiyan dünyasında İslâm’a çok yakın olan kimseler ve zümreler vardır. İslâm onlara (anlayacakları) şekilde anlatılabilse elbette bir kısmı hakkı kabul edecektir.
Lâkin Amerika’da kendilerine Evangelistler denilen üç kilise/mezhep vardır ki, onlar İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlıkta müşriklerden daha şiddetli, sert ve yamandır. Bunlar yeryüzünden İslâm’ı ve Müslümanları kazımaya ahd etmişlerdir. Irak’ta bir milyondan fazla Müslümanı katl edenler onlardır.
Maalesef İslâm’a en yakın olması gereken Yahudilerin büyük kısmı da Hak Din’e şiddetli, sert, amansız bir düşmanlık sergiliyor. Yahudiler içindeki bir azınlık ki, bunların içinde Tevrat’a sadık Neturei Karta hahamları da vardır, onlar Müslümanların haklarını savunuyor, İsrail devletini ve Siyonizm ideolojisini çok sert bir şekilde tenkit ediyor.
İmdi zerre kadar aklı ve vicdanı olan bir Müslüman, ateist bir sistem olan Sovyetler Birliği’ne karşı (1960’ların, 70’lerin Ehl-i Kitab Amerikasını kerhen desteklemenin uygun olacağı konusunda tereddüt etmez.
60’larda, 70’lerde Amerika’da bugünkü Bush rejimi gibi İslâm düşmanı bir rejim yoktu. Amerikalılar zahiren de olsa İslâm’a ve Müslümanlara saygı gösteriyordu.
Türkiye’yi Allahsız, katil, cani, canavar, zalim, soykırımcı bir ideolojinin pençesine atmak için çalışanlara karşı (o günün şartları ve konteksti içinde) hür ve demokrat dünya dairesi içinde tutmaya çalışmak asla Amerikancılık olarak suçlanamaz.
Şunu bir kere daha belirteyim:
Amerikancı değilim, olmadım da...
İslâm’a taraftarım...
Marksizme karşıyım...
ülkemin, halkımın, devletimin Marksist bir cehenneme yuvarlanmasını önlemek için çalıştım.
Gençlik dolayısıyla eskiden zaman zaman sert bir üslup kullanmış olabilirim ama o günkü fikir ve görüşlerime esas olarak yine sahibim.
Türkiye’yi savundum...
ülkemdeki bozuk düzene ve sisteme her zaman karşı oldum...
Bu yüzdendir ki, 12 Mart 1971’de, düzenciler ve sistemciler gazetelerimi süresiz olarak kapattılar.
12 Mart Marksist/solcu kızıl terör hareketine karşı yapılmıştı. En büyük darbeyi Müslümanlar yedi...