Ramazan ekranında ne var, ne yok?
Son yıllarda geçmişe oranla çok daha az televizyon seyrediyorum. Bu durum Ramazan ayında değişiyor. Çünkü Ramazan ayında dini meseleler ekranlarda kendilerine yer bulabiliyor. Ben de iftar saatidir, sahur vaktidir demeden büyük bir açlıkla televizyonun karşısına geçiyorum. Ramazan'ın ilk birkaç günü geçtiğinde işi reytinge vuranlarla, meseleyi ciddiye alanlar kendiliğinden ayrışmış oluyor. Sansasyon, spekülasyon ve restorasyon peşinde olanlarla, vatandaşın dini meraklarını "flaş flaş" sulandıranların üstünü hemen çiziyorum. Geriye işin sohbeti, muhabbeti, feyzi, bereketi kalıyor. Kalıyor kalmasına da; tam can kulağımızla bu hakikatli sohbetleri dinlemeye geçmişken, televizyon yayıncılığının gereklilikleri bahane edilerek ya da buna mecbur kalınarak söz o kadar çok yerinden kesiliyor ki on bir ayda biriktirdiğimiz heves neredeyse kursağımızda kalakalıyor.
Neden böyle oluyor?
Görebildiğim iki sebep var. Bu sebeplerin ilki, kendini hepimize bir 'yaşam felsefesi' olarak yutturarak hayatımızın zihniyet temellerini tümüyle ele geçirmiş olan kaba ve düz ticari mantıkla doğrudan ilişkili... Kısaca şu şekilde özetlenebilir hadise: Ramazan ayı belli oranda tüketimi ve alışverişi arttırıyor. Firmalar para harcamak noktasında frenleri epeyce gevşemiş bu ilave tüketici potansiyelini kaçırmamak için reklama abanıyorlar. Bunun yanında bir de sektörel olarak doğrudan 'Ramazan müşterisi'ne uygun üretim yapan üreticiler var ki, onlar zaten bütün yılın reklam harcamasını bir ay içinde yapıyorlar. Bayramın getireceği canlılığı da buna eklerseniz pazarın ne kadar büyüdüğü bütün açıklığıyla ortaya çıkar. On bir ay boyunca akla dahi gelmeyen bilumum dinî meselelere ekran kapılarının bir anda ardına kadar açılmasının nedeni biraz da işte bu iştah açıcı büyüklükteki pasta. Malum, bunun adı serbest pazar... Dolayısıyla televizyonda söylenecek her sözün bir bedeli var ve o bedel ödenmeden o sözün söylenme imkânı yok. Yani ne kadar ekmek o kadar köfte... Bir televizyon kanalında mesela orucun hikmetine dair hikmetli bir kıssa dinlemek istiyorsanız; iftar sofralarınıza hayat katacağı iddia edilen nevzuhur gazlı içeceğin birazdan lafı orta yerinden bölmesine hazır olacaksınız.
Ramazan muhabbetlerinin tadını kaçıran, kırk yerinden bölerek sözün ahengini bozan bir başka gayret var ki o tamamen iyi niyetlerin ürünü... Yayın formatlarını hazırlayan programcılar, gerek çok fazla şeyi o sayılı dakikalarının içine sığdırma gayretkeşliklerinden, gerek televizyon yayıncılığının en lüzumsuz takıntılarından olan yüksek ritim-görsel atraksiyon abanmaları yüzünden sözün alanını daralttıkça daraltıyorlar. Oysa tabiatı gereği bu türden muhabbetin belli bir dinginliğe ihtiyacı oluyor. Keşke bıraksalar o güzel lisanlar ekranlardan akıp evlerimize gelse de bizler de kana kana o muhabbetlerden içsek.
Maalesef, safça televizyonlarının karşısına geçen ve en azından yılda bir ay kurulan o sohbet sofralarından sadra şifa olacak gıdalar devşirmeye gayret eden benim gibi hikmet muhtaçları yarı aç yarı tok o sofralardan kalkmak durumunda kalıyor. Keşke mesele yayıncılığın türedi mantığına teslim edilmese de her şey Ramazan'ın tabii ritmine ve ahengine bırakılıverse...
Yazının sonunda bu Ramazan en çok TRT 1'de Serdar Tuncer ve Dursun Ali Erzincanlı'nın konuklarıyla yaptıkları iftar ve sahur muhabbetlerinden, Pelin Çift'in Habertürk'teki samimi ve seviyeli Kutsal Yolculuk ehil kişilerle gerçekleştirdiği sohbetlerden istifade ettim. Yine TRT tarafından hazırlanan Avrupalı Müslümanlar belgeseli de mükemmeldi; ilgiyle, heyecanla izledim. TVNet'in Ümit Sönmez ve Davut Göksu'nun ev sahipliğinde gerçekleştirdiği Mavi Marmara sohbetlerinde de özellikle Müslümanların modern zamanlarla imtihanı noktasında çok önemli konulara dikkat çekildi. İmam Selman Okumuş'un Star TV'nin sahur kuşağındaki Mukabele'si de format olarak özgün, içerik olarak yararlıydı. Bir izleyici olarak bütün bu programlara emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.